Değerli okurlarım, bizim sadece son zamanına şahit olduğumuz fakat aslında neredeyse millet olarak iki yüzyılımıza yayılan bir cümle var. “Zor günler geçiriyoruz, bir girdaptan geçiyoruz.” O zor günler bir türlü bitmedi, girdabı durduramadık. Peki; nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız, türlü yollar denememize rağmen çözemediğimiz bu sorunu nasıl halledeceğiz?
Hedefimizi tamamen bağımsız, ilhamını İslâm’dan ve tarihe şan vermiş mazisinden alan, geleceğe ışık olacak, sapasağlam, özgür ve adı uzay çağı olan iletişim ve etkileşimin çok güçlü olduğu çağımızda Dünya milletlerine de örnek olacak özgün bir medeniyet kurmak olarak belirlediğimiz şu demde, ne yapmalıyız da bu hedefe ulaşmalıyız. Bunu nasıl gerçekleştirecek ve bu büyük hedefe giden yolun taşlarını nasıl döşeyeceğiz? Var olma ve acı içinde kıvranan dünyaya yepyeni bir medeniyet hediye etmeye çalışıyoruz. Fakat yakın bir zamanda 15 Temmuz gibi bir olay yaşadık. Sadece bu olay bazında değerlendirerek yürümeyeceğim elbet. Bunu tolere etmeye ve bir daha yaşanmaması için türlü tedbirler almaya çalışıyoruz fakat bununla birlikte ülkemizin geleceği ve en iyisi olarak gösterilen bir kısım üniversitelerden mezun olanlara baktığımızda hayal ettiğimiz geleceği dizayn edebilmek için adımları çok da atabilmiş değiliz. İşin inanç, milli duygular ve yaşam alanına aktarım boyutu bir tarafa, bilimsel ve ilmi anlamda da idealist birkaç vatanperver kimlik sahibini diğer bir tarafa koyduğumuzda, kadrajda kalan sloganlar, afişler, söylemler yani genel anlamda manzara içimizi çok da açmıyor ve bir umut kırılması yaşıyoruz. Bu durumun geçmişte ülkenin vaziyetini bilmeyen, gözünü dünyaya elinde Iphone’la açmış bir nesle doğru uzadığı da dikkat çekiyor.
Peki, Ne Yapmalı?
Klasik bir sözümüz vardır ya “Her şeyin başı eğitim” diye. Eğitim! Bunu sadece klasik olarak sözde kalmaktan çıkartıp realitede görmemiz gerekiyor. Ve iki yüzyıllık ihanetler, çöküş, kalkınamayış ve küçülme buhranını yok etmek için eğitimi yenilemeliyiz. Nitelikli ve kaliteli bir şekilde formüle etmeliyiz. Peki, bu yenilenme ve nitelikli formülü nasıl sağlayacağız? Bizim kaliteyi artırmaktan anladığımız şey de çok önemli. Bakın bu ülke daha kısa bir zaman önce kaliteli eğitim verdikleri iddia edilen bir şebekenin ihanetine uğradı. Müspet eğitim aldığı söylenen bu kişiler zihinlerini gizli bir paranoyak kardinale emanet ederek, bağrından çıktıkları bu vatanın öz insanının canına kastettiler ve öz yurdumuzu zalim emperyalistlerin emellerine alet ederek parçalamaya çalıştılar. Öyleyse ilkokul, ortaokul, lise, üniversite okumak; yüksek lisans ya da doktora yapmak veya profesör titrini takmak da yetmiyor. Ülkemizin en iyi üniversiteleri olarak gösterilen üniversitelerden mezun olan bir kısım öğrenciler mezun olurken bağrından çıktıkları millete ve bu ülkenin değerlerine hakaretler eden dövizler taşıyarak diploma alıyor. Diğer yandan okullarda, üniversitelerde çocuklarımızı yani ülkemizin geleceğini emanet ettiğimiz yakalarına koca koca titrler taktığımız bir kısım öğretim görevlilerinin yine bu ülkenin verdiği makamı, mevkiyi, rütbeyi omuzlarına takmış olan bir kısım hainlere şahit oluyoruz.
Eğitimimizin Nesi Eksik, Nesi Fazla?
İşe eğitimden başlamalıyız. Fakat şöyle de bir gerçek var ki ikide bir değişen sistem ve süreklilik sağlamayan müfredattan dolayı herkes müşteki. Ancak eğer biz sağlam bir gelecek kuracaksak bu sistemi kalıcı, geleceği görecek bir şekilde düzenlemeli ve tam anlamıyla millileştirmeliyiz. Gerçi son dönemde Milli Eğitim Bakanlığımız buna çeşitli alternatifler aramakta ancak hem en iyisini yapmalı hem de bu sistemle öncelikle çocuklarımızın okullarına severek gitmesini temin edecek alan çalışmaları yapmalıyız. Çünkü mevcut durumda işe yaramayan bir bilgi yığılması da cabası. Bu gereksiz durum sonucunda ise büyük bir boşluk var. Çocuklarımız hâlâ test paradigmasında boğulmakta. Ve eğitim süresi uzun olmasından dolayı ders ve test çok fakat sonuç olmadığı için dert de çok. Sonuçta kalifiye öğrenci ve kaliteli insan kıtlığı yaşanıyor. Aslında buna en büyük etken 28 Şubat süreci ve devamında ise bu darbenin eğitime vurduğu sekte. Bunların etkisi bir türlü tolere edilememiş ve onca uğraşa rağmen telafisi yapılamamıştır. Ara problem diyorum çünkü bu içi boş durum 1945’lerde sömürge zihniyetinin mimarı İngiliz danışmanlar ile sistemleştirilmiştir.
Nasıl Bir Eğitim Sistemi?
Bir kere düz bir mantıkla baktığımızda bile sistem herkesi aynı kulvarda yarıştırarak robot yapıya sahip bireyler yetiştirmeye devam ediyor. Osmanlı mekteplerindeki örneklerde olduğu gibi “Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanamaz.” düsturu ile herkese lazım olan temel eğitimden sonra belirlenecek gerekli sosyal dersler destekli branş ve kabiliyet eğitimine geçilmelidir. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde çocuklar hem sevdikleri eğitimi alacaklar hem de birçok öğrenci için sorun olan okulu sevmeme, dersi sevmeme gibi problemler minimize edilmekten de öte, tamamen ortadan kalkacak. Herkesi aynı kulvarda yarıştırmak varlığın fıtratına aykırıdır.
Dev medeniyetinize giden yolu, küçük taşlarınızı döşeyerek oluşturabilirsiniz. Örneğin 13-14 yaşından itibaren alanında iyi bir eğitim almış olan öğrenciniz, yirmili yaşlara geldiğinde üniversiteye başlamadan önce ciddi bir kazanım elde etmiş olacağı için en iyi edebiyatçıları, fizikçileri, matematikçileri genç yaşta yetiştirmeye başlamış olacaksınız. Üniversite ise tercih edilen alanın arzuladığımız pişme, ihtisaslaşma alanı olacaktır. Tıpkı eğitimde kendini kabullendirmiş ülkelerde olduğu gibi çok sayıda genç bilim insanları çıkarmanız mümkün olacaktır ve aslında dâhileri ortaya çıkaranın da sistem olduğunun farkına varacaksınız. Oysa mevcut sistemde neredeyse askerlik çağına gelmiş bir öğrenci bırakın dâhi olmayı alanında otorite olmayı, hâlâ ileride seçeceği mesleği ve ne olacağını bile bilmemekte. Onun için en büyük hayalin neredeyse sadece üniversite sınavını kazanmak gibi kısır bir hayal olduğunun farkındasınızdır.
“Eğer örnek bir medeniyete dönüşeceksek her alanda güçlü olmalısınız.” Sadece matematikte ilerlemek de yetmez. Sanatta, edebiyatta, şehircilikte, silahta, sporda bir bütün halinde güçlü ve başarılı olacaksınız ki bir medeniyete dönüşebilesiniz ve ülkeniz imrenilesi ve sisteminiz daimi olup nesilden nesile, milletten millete aktarılsın. Daha ilkokuldan itibaren çocukların ilgisine göre futbol, basketbol, güreş, dövüş sporları gibi yarıştığınız her alanda ülkemizi öne taşıyan daimi başarının olduğu bir sürece girebilmeliyiz. Alan eğitimini temelden itibaren alan çocuklarımız ortaokulu, liseyi ya da bu seviyenin üstünü gördüğünde seçtiği alanda çok iyi oldukları gibi bu başarıyı da bireysellikten çıkartıp geniş kitlelere yayarak gücünüzü kabullendirme ve medeniyet yolunda ilerlemelisiniz. Oysa şu ana kadar uluslararası alanda yapılan yarışmalara baktığımızda başarılı olan sporcularımızın her birinin içimizi acıtan hikâyeleri mevcuttur. Çünkü biz herkesin aynı kulvarda yarıştırıldığı sistemde önümüze konulan sınavlara ve öğrenmekle sorumlu tutulduklarımıza baktığımızda eğitim süreci dediğimiz o bitmek tükenmek bilmeyen zaman diliminde çocuklarımızın derslerinden kalmaması için yeri geliyor herhangi bir sportif faaliyetle ilgilenmemesi için çırpınıyoruz. Belki de bu süreçte nice başarılı sporcuları yok ettiğimizin farkına bile varmıyoruz. Oysa bu ülkenin şaire de ihtiyacı var, matematikçiye de, futbolcuya da, mimara da, mühendise de, basketbolcuya da, koşucuya da, besteciye de, müzisyene de, ustaya da, işçiye de... Biz ise hepsini yapalım derken hiçbirini yapamıyoruz.
Peki, Eğitimimiz Milli Mi? Değilse; Nasıl Millileştiririz?
Yukarıda bahsettiklerim işin maddi boyutu. Millileşmek ise daha çok eğitimin değerler yönü ile ilgilidir. Öncelikle yukarıda da temas ettiğim İngiliz sömürge eğitim sisteminden yakamızı kurtarıp, kendi kültürümüzü ve tarihimizi büyük hedeflerimizle hercümerç edip, bilimle harmanlayıp çocuklarımızı kendi değerlerimizle besleyerek geleceğe emin adımlarla yürümelerini sağlamalıyız. Yine bu anlamda yapılacak çalışmalardan bir diğeri de Dede Korkut, Alparslan, Osman Gazi, Yavuz Sultan Selim ve daha nice örnek devlet adamlarımızı; bilimde açtıkları çığırlarla gençliğimize ışık olacak Farabi, İbn-i Sina, Harezmî, Ali Kuşçu ve nice tarihi şahsiyetlerimizi günümüz Aziz Sancar, Oktay Sinanoğlu’na kadar var olan bilginleri; Arif Nihat Asya, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçılarımızı; bilgeleri, şairleri, edebiyatçıları, tıpçıları, fizikçileri, bilim insanlarımızı; Cemil Meriç gibi öz değerlerimizden beslenerek geleceğimize ışık tutan gerçek aydınlarımızı öğrencilerimizin zihin dünyalarına kazımalıyız. Hele edebiyat. Edebiyat bir milletin medeniyet olmasındaki en önemli unsurdur. Tarihe en büyük şairleri, edebiyatçıları sunmuş bir milletin torunları batı müziğinden mi beslenmeliydi? Edebiyatçı denilince birkaç Fransız, İtalyan ya da Alman’ın mı adı bilinmeliydi? Oysa tarihi aşkla, şiirle hercümerç olmuş bir milletin edebiyatı ve şiiri şimdiye dünyanın bütün edebiyat literatürlerini işgal etmeliydi.
Zengin Bir Dil, Gerçek Tarih Ve Ahlak Eğitimi
Zengin bir lisan, kısır düşünceyi de ortadan kaldırıp zengin bir hayal dünyasını; zengin hayal dünyası da gelişmeyi, büyümeyi vb. erdemleri ortaya çıkartacağı gibi geleceğimizin de geçmişle olan bağlarını kuvvetlendirecektir. Onun için okul ders kitaplarımızdaki kelimeleri zenginleştirmeli, tarihten beri bizim olan binlerce kelimeyi kullanmalıyız. Zira bir yandan iyice bilgisayar diline kayan bir yandan da Türkçemizin arasına yama edilen, alternatifi dilimizde bulunan Latince ve Güneş-Dil Teorisi döneminin ürünü olan uydurukçaya sarılan neslimizin, ataları ile bağı kopmadan bu yenileşmeyi yapmalıyız. Bu çalışma hem geleceğimizin geçmişle olan bağını sağlamlaştıracak hem de gençliğin lisanını zenginleştireceği gibi zihin dünyalarını dinç tutacak ve zenginleştirecektir.
Din derslerimizi sadece bir ders algısı ile değil vücut kimyamıza, ruh dünyamıza hitap edecek şekilde işlemeliyiz. Ayrıca ahlak eğitimi ve değerlerimizi sevdirmek için anaokulundan üniversiteye varıncaya kadar müfredatlar oluşturmalı, toplumun tamamına vatan, bayrak gibi ortak değerleri sevdirmeli bu ülkenin her ferdini bu ülkenin geleceği olarak yetiştirmeliyiz. Bireysel ahlaki kalkınmayı yakalayamazsak salt bilgi ve ekonomik gelişme bizi Avrupalılar kadar vandallaştıramasa bile, ruhsuz bir gelişim algısına sürüklenmekten öteye taşıyamaz. Zira atasından kalan bir eserin üzerine grafiti yapan bir nesil matematiği yutsa ne olur. Sokaklara tüküren bir genç uzaya uydu fırlatsa kaç yazar. Onun için eğitim sistemimizi bilgi ve ahlak düsturu üzerine kurgulamalıyız.
Yeni medeniyet yolunda tarihimizi gelecek nesillerimizin tamamına sevdirecek gerçek bir müfredat hazırlamalı ve gerçekçi bir anlayışla dünyaya yön verebilecek tarihçiler yetiştirmeliyiz. Ayrıca yakın dönem Türkiye tarihini de gelecek nesillere hem ibret hem de ışık tutacak şekilde ders kitaplarımıza aktarmalıyız. Bunun yanında Avrupalıların kurmuş oldukları naylon mutluluk sistemlerini hangi kan ve sömürge düzeni üzerine kurduklarını da hem bizim gelecek nesillerimizin hem de dünya toplumlarının öğrenme hakkını da unutmayalım. Siz ülkece, milletçe diğer milletlerin, memleketlerin içerisinde kültürünüz ve tarihinizle var olabilir ve onları geniş bir kitlede etkilerseniz medeniyetinizi yayılmacı ve kalıcı kılabilirsiniz.
Yakın Kültürlere Ulaşmak
Tarihi akrabalık bağlarımız olan ve kardeş cumhuriyet dediğimiz fakat aslında Rusya hegemonyasının bir türlü yakalarını bırakmadığı ve ülkemiz ile yakınlaşmamaları için alfabeleri soy isimleri defalarca değiştirilen, diğer yandan da çocuklarını Amerikalı kardinale kaptıran Türkî Cumhuriyetlerle birlikte; Kosova, Bosna Hersek, Arnavutluk, Makedonya ve Batı Trakya gibi soydaşlarımızın olduğu ve Türkçe’nin konuşulduğu ülke ve bölgelerle eğitimde örneklik, ortak kelimeler, ortak lisan, ortak tarih gibi oluşumlar meydana getirmeliyiz. Böylece bu devletleri birçok anlamda yanımızda yürümeye teşvik eden çalışmalar yapmış, bağlarımızı kuvvetlendirmiş, hatta bunu daha da derinleştirerek asırlarca hükümranlığımızda huzurla yaşamış güneyimizdeki milletlerle ortak değerlerimiz ve kültürümüzle birlikte sağlam eğitim sistemimizin gücünü de kullanarak dünya üzerinde egemen devlet modeline adım adım yürümüş olacağız.
DENEME: HASAN KAMİLOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder