4 Temmuz 2017 Salı

İLİM, ÂLİM VE ÂRİF’E DAİR

Türk Edebiyatının Anadolu’daki ilk verimlerinden biri olan ve 14. yüzyılda Kırşehir’de şair Gülşehri tarafından kaleme alınan Mantıku’t - tayr (Kuşların Dili) milletimizin tarihini ve talihini kuran eserlerin başında gelir. Gülşehri, İran’ın büyük şairi Feridüddin-i Attar’ın aynı adı taşıyan eserinden tercüme ettiği Mantıku’t - tayr’da bizlere bir yolculuk hikâyesi anlatır. Aslında çok tanıdık bir hikâyedir bu. Bizim hikâyemiz.
Allah’a hamd, Hz. Peygambere (s.a.v) övgüyle başlayan eser, kuşların padişahı kabul edilen Simurg’un tasviri ile devam eder. Bülbül, papağan, tavus, hüma, kaz, doğan, keklik, baykuş ve adı zikredilmeyen birçok kuş toplanıp Kaf Dağı’nın ardında yaşadığını düşündükleri Simurg’u yani padişahlarını bulmak için yolculuğa çıkmak isterler. Fakat bu zorlu ve meşakkatli yolculukta bir rehbere ihtiyaçları vardır. Aranılan rehber ise Hüthüt’tür. Hüthüt, Cenâb-ı Hakk’ın habercisi, Süleyman Peygamber’in yoldaşı olmak gibi bazı meziyet ve hususiyetleri olan bir kuştur. Diğer kuşları, kendisiyle geldikleri takdirde Simurg’u bulacağına ikna etmeye çalışır. Her bir kuş, Hüthüt’e ayrı ayrı itirazlarda bulunur. Simurg’a erişemeyecekleri tereddüdü ile yola çıkmak hususunda özürlerini beyan ederler. Hüthüt kuşların tereddüt ve suallerine birer birer cevap verir ve onları ikna etmeye çalışır.

Ve en sonunda yolculuk başlar. Sıkıntılarla dolu yedi vadi vardır önlerinde. İstek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri... Her bir vadi bir imtihan mekânıdır aynı zamanda. Biri bir altın saray görür, oraya inip sultan olur. Diğeri, bir ay yüzlüye meftun olur. Kimisi hastalanır, kimisi de, mala mülke aşırı düşer. Kimi hırsız, kimi kan dökücü olur. Biri, ben ihtiyarım diye oturur; diğeri, daha gencim, sonra yaparım diye işlerini bırakır. Kimi bey, kimi köle, kimi öğrenci, kimi hoca, kimi Şirin kimi Ferhat, kimi âlim, kimi cahil olur. En nihayet, Kaf Dağı’na tam otuz kuş varır. Can atıp hasretle yanıp yakıldıkları Simurg’un yüzünü görmek için, benliklerinden soyunup içeri girerler. Fakat kendilerinden başka kimseyi göremezler. Çünkü si: otuz, murg: kuş… Yâni; Simurg “otuz kuş” demektir.

İlme, adalete, gıybete, yalana, fütüvvete, nefse, vefaya, hikmete, hakikate ve daha birçok konuya dair sorulara cevap veren Mantıku’t tayr temsilî bir eserdir. Simurg Hakk’ı, kuşlar ise Hakk’ı bulma yolunda debelenip duran insanoğlunu temsil eder. Bu yolculuğun iki önemli başlığına değinmek gerekir. Bunlardan biri ilmin tanımının yapıldığı diğeri ise irfanî kültürümüzün en önemli unsurlarından ârif tipinin çizildiği bölümlerdir.

Hüthüt’ün huzuruna âlim bir kuş gelir. Sahip olduğu ilimlerden bahseder ve konuşmasının sonunda kendisini ancak hüner sahibi bilgili insanların anlayabileceğini belirtir. Kuşu, büyük bir dikkatle dinleyen Hüthüt, ilim ve âlim ile ilgili şu tespitlerde bulunur.

· İlim sahibi padişah olmalıdır; âlim ile cahil; bilen ile bilgisiz nasıl eşit sayılır.

· Cahil ile konuşmak ve ona söz dinletmek zordur.

· Âlimin yeri cennetler ve huzurdur; cahilin öteki dünyadaki yeri cehennemdir.

· İnsan olan hayvandan; şeytan da cahilden üstündür.

· Âlim bildiği ile amel ettiği zaman üstündür.

· Amel ilim ile birlikte olmayınca, böyle bir hamalı develer de kınar.

· İlim ile amelin birlikte olmadığı insanların gönlünde kâmil iman tam manasıyla yer etmez.

Bu sözlerin ardından Dil Bilgini ile Gemicinin hikâyesini anlatır Hüthüt. Asıl ilmin insanı Tanrı’ya götüren ilim olduğunu, fayda vermeyen, doğruya götürmeyen, bakırı altın yapmayan ilme ilim denemeyeceğini vurgular.

Peki, ârif kimdir? Bu da sorulur Hüthüt’e.

Ârif manevi tecrübeyle marifet ve hakikat mertebesine ulaşan kişidir. Ârifin bilgisine marifet denir. Marifet, kelam ve felsefede ilimle eş anlamlı olarak bilgi manasında kullanıldığı gibi Marifetullah şeklinde ve Allah hakkındaki bilgi için de kullanılmıştır. Tasavvufta Allah’a dair bilgi başta olmak üzere, bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye marifet denilmiş ârif ile âlim arasında ayrım yapılmıştır. Bu ayrımın nedeni hem marifet ve ilim arasındaki metot farklılığı hem de ârif ve âlimin vasıflarının başkalığıdır. Âlim bilendir, bilgisine güvenendir. İlmi faaliyetleri ilerledikçe bilgisi de ilerler. Oysa ârif ahlaki ve manevi arınma sayesinde sezgi gücü ve deruni tecrübe ile öğrenen, anlayandır. Ârifin marifeti arttıkça hayreti de artar, hayreti zamanla bilgisini aşar. Sonunda marifetten aciz olduğunu idrak eder ve bu en yüksek marifet sayılır. Şimdi bu düşünceler ışığında Mantıku’t tayr’daki ârif tipini kelimelerle çizmeye başlayalım.

· Ârif, hissî olan şeylerle, akla uygun olanı ayırandır.

· Ârif, Hayvanlar gibi şehvete yönelmez; Allah'ın sıfatları ile sıfatlanmak için akla uyar.

· Ârif, dünyaya değer verip peşinden gitmez ve şaşı gibi biri iki görmez.

· Ârif, insanlar arasındadır ama aklı, fikri ve gönlü Hak ile beraberdir.

· Ârif, halk içinde kendisini ön plana çıkarmaz, tanınmayı, bilinmeyi istemez.

· Ârif, ne incitir ne de incinir.

· Ârif, kimsenin gıybetini etmez ve başkalarının da dedikodu ettiği ortamda bulunmaz.

· Ârif, kendinden yukarıda bulana hürmet eder, aşağıda olana ise hizmet eder.

· Ârif, boş söz konuşmaz.

· Ârif, kimsenin ayıbına gülmez, insanların mutsuzluğuyla mutlu olmaz.

· Ârif, mütevazıdır.

· Ârif, sözünde yalana yer vermez.

· Ârif, kimsenin malıyla mülküyle ilgilenmez.

· Ârif, kimseyle münakaşa etmez.

· Ârif, kıskançlık nedir bilmez.

· Ârif, Allah’ın yarattıklarına kibirle yaklaşmaz.

· Ârif, kendisine yaklaşanlardan yüz çevirmez; yardım ettiği kimseyi de utandırmaz.

· Ârif, sözüne sadık ve güvenilirdir.

· Ârif, Allah’tan gelene razı olandır.

İrfan sahiplerinin bu dünya evindeki yaptıkları amel, ne bir hâl içindir, ne de bir makam. Onlar, Mevlâ’ya teslim olmuşlardır. “Kim, Allah'ım bana verirsen kabul ederim, benden alırsan sevinirim, beni çağırırsan gelirim diyorsa âriflerdendir.” der büyüklerimiz.

İnsanın kendine özgü değerlerinden alabildiğince soyutlanarak savunmasız bırakıldığı çağımızda, kendi anlamımızı bulmak istiyorsak aşkla yoğrulmuş, irfan sahibi insanlar tarafından kaleme alınmış, kodlarımızı bünyesinde barındıran Mantıku’t tayr gibi şaheserleri günümüz insanı ile buluşturmak zorundayız. Ömür denilen yolculukta bizi âbâd edecek hazineyi bulmak istiyorsak öncelikle özümüze bakmamız gerekir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder