Dünya üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan ünlü âlimlerin varlıklarından ve yaptıklarından haberdar olsaydık ne, ne kadar farklı olurdu? Peki, kendileri baştan sona derin bir kitap olan bu insanlar neler yapmışlardı?
Bizden epey bir yüz yıl önce yaşamış olan İbn-i Sina!.. Müthiş bir hafıza lideri olması nasıl açıklanır?.. Buna ilmin gücü denir miydi? Bu tür insanlar; “kitaba bakarak cevap vermek, kabak bağlayarak yüzmeye benzer” diyorlardı. Dönemin ünlü âlimi İbn-i Sina, İsfahan şehrine yapmış olduğu ziyarette oranın âlimleri tarafından karşılanmış. Âlimler İbn-i Sina’nın büyük eseri olan “El Kanun Fı’t Tıp’bı” görmek istediklerini söylemişler. Kitabın yanında olmadığını ama ezbere yazdırabileceğini söylemiş İbn-i Sina ve kâtiplere ezberinden kitabı yazdırmış. Sonradan Horasan’dan getirilen asıl kitapla karşılaştırılınca ne bir kelime az ne de bir kelime fazlası olmadığını gördüklerinde büyük bir hayrete düşmüşler.
Güçlü bir hafızanın, gayretin ve doğuştan gelen bir okuma aşkının ortalığa dökmüş olduğu simalara birçok isim verilmiş ve bu dört başı mamur insanlara biz “allame”, “canlı kitap” gibi isimler vermişiz. Bunlardan biri de büyük müfessir Fahreddin-i Razi’dir. Kendisi vaktim boşa gitmesin diyerek, yemek yerken bile kitap okuyan ve yolculuk ederken talebelerine ders veren bir şahsiyettir. Bunları bilmemek mi bizim ayıbımız, yoksa öğrenmemek mi? Bu benim verebileceğim bir hüküm değil ama sizler inanıyorum ki bir şeyler çıkartabilirsiniz.
İlim’in sözlükteki kelime anlamına bakıldığı zaman “dünya, tabiat ve cemiyet” olarak karşımıza çıkmakta. Beni asıl şaşırtan şu ki, dünya ile bu kadar alakadar olup da dünyadan haberimizin olmaması. İşin derinine inildiği zaman, ilmin bilimi kuşattığını ve kâinatta olup biten her şeyi tasvir yoluyla anlayabilme çabası olduğu ortaya çıkıyor. Dikkat edin “çabası”dır diyorum. Peki, biz ne kadar çabalıyoruz bu dünya için. Avrupalılar tarafından isimleri değiştirilerek kabul edilip, tanınan ve saygı gören âlimlerimize karşı biraz da borçlu bırakmıyor muydu bu durum bizi. “Bana Hz. Süleyman’ın ilmi yardım etti” diyen Piri Reis’e yıllarca haritasını Kristof Kolomb sayesinde çizdi demek borcumuzu faizlendirmek değil mi?
Eskilerde “âlimin işi bilmek, arifin işi bildiğiyle amel etmektir” diye bir söz vardı. Eski dediğim de bundan, en fazla otuz yıl önce dile getirilmiş bir söz. Demek ki bu bizim tercihimiz oluyor. Eve geldiğimizde kitap okumayı ya da televizyona kilitlenmeyi biz tercih ediyoruz. Ama eğer bizim tercihimiz değilse buna mecbur muyuz ya da mecbur mu bırakılıyoruz? Evlerimizde kaçımızın geniş bir duvarı kaplayan kütüphanesi var? Birer filmi çekilmeyen kitapların, değerli edebi eserlerin, kitaptan sayılmadığı şu günlerde; en son ne zaman sahaflardan birini ziyaret edip kâğıdın o eski kokusunu içimize çektik veya ne zaman bir çocuğu karşımıza alıp ona kitap okuduk? Zaman en kıymetli şey. Şimdiki zamanın kıymetini anlayabilmemiz için geçmişte yaşayıp bizim için hazine değerinde bilgiler bırakan âlimlere kulak vermeliyiz. Onların bize kattığı değerlere ve bilgi hazinesine sahip çıkıp varlıklarını yaşatabilmemiz, gelecek nesillere aktarabilmemiz gerekmekte. Zira İbn-i Sina der ki: “Bilim ve sanat itibar görmediği toplumları terk eder.”
DENEME: HATİCE ALEYNA AZANPA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder