Kâğıda bir parça mürekkep düştü, roman oldu.
Ağızdan bir kelime döküldü, destan oldu.
İnsan gelişti. Bir yere tutunmaya, ait olmaya çalıştı.
Nice insanlar geldi, geçti ve bu böyle devam etti. İnsan daima öğrenmeye, soru sormaya, merak etmeye devam etti. Çünkü kendini bulmak için, ruhunu özgürlüğe kavuşturmak için buna ihtiyacı vardı.
Dünyaya gönderiliş gayelerimizden biri de yeteneklerimizi keşfetmek ve bunları birkaç nefeslik hayatımıza mâl edebilmektir. Bunun için daima benliğimizi keşfetme yolunda uğraş veriyoruz. Her yaşadığımız deneyim hayatın gizli sırlarını öğretiyor bizlere. Her göz açıp kapayışımızda farklı bir yerden bakıyoruz yeryüzüne. Her okuduğumuz kitap, yeni ve aydınlık bir güne uyandırıyor zihnimizi.
Ve biz böylece büyüyoruz. “Ben kimim?” sorusuna cevap arıyoruz. Çünkü insan kendini tanımadan et, kemik yığınından başka bir şey olmuyor. Bu bağlamda ruhumuz sürekli olarak öğrenmeye aç aslında. Susturmayalım; ruhumuzun öğrenmek, araştırmak, Rabbini ve kendini tanımak için çırpınan sesini. Kulak verelim o sese ve Yunus Emre gibi ilim öğrendiğimiz dergâha eğri odun bile sokmayalım.
Hayatımızda Yunus Emre’nin durmadan ilim öğrenme aşkını örnek edinelim.
“İlim; ilim bilmektir
İlim; kendin bilmektir
Sen kendin bilmez isen
Ya nice okumaktır.” diyelim. Yunus’un, Hacı Bektaş Veli’nin, Mevlana’nın, Şems’in ilmi gibi ilimlenelim.
Bir ömrü ilk emri “Oku” olan dinin emrine uyarak geçirelim...
DENEME: KÜBRA NUR DUMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder