DERDİMİZ YABANCI DİL BİLEN İYİ İNSANLAR YETİŞTİRMEK
Öncelikle bize kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Merhaba, ben Harun Doğan, Erzurum doğumluyum. Ortaokul, lise ve üniversiteyi İstanbul’da okudum. İngilizce eğitmeniyim. Öğretmen demek istemiyorum eğitmen demeyi tercih ediyorum özellikle. Şu an elimden geldiğince bir şeyler öğretmeye çalışıyorum. Formatım biraz farklı, amacım iyi insan sayısını artırmak. Okullardaki gibi değil de biraz daha farklı bir format seçip, öğrencileri eğlendirerek eğitime tabi tutmaya çalışıyorum. Olayımız ticari değil tamamen vicdani. Bu şekilde eğitime devam etmeye, öğrencilere yabancı dil öğretmeye çalışıyorum.
İngilizcenin zor bir dil olduğu öğrenmek isteyenler tarafından yaygın olarak söylenir. Sizce İngilizce öğrenmesi zor bir dil mi?
İngilizce’nin zor bir dil olduğunu söylerler ancak İngilizce gerçekten dünyanın en kolay dili. Yazılışıyla okunuşu farklı olduğu için insanlara ilk etapta tuhaf gelse de aslında öyle değil. “Yeryüzünde öğrenebileceğim en kolay dil hangisi?” diye sorarsanız kesinlikle “İngilizce” derim. Antalya’dayken bir Alman pedagoga bizzat sordum. “Almanya bu kadar güçlü olmasına rağmen neden Almanca değil de İngilizce dünya dili oldu?” Kendisinin bana cevabı ise şöyle oldu: “Almanca, İngilizce kadar kolay değil. Bu yüzden İngilizce’nin bu şekilde öne geçmesine müsaade ettik.” Gerçekten öyle. İngilizce öğrenilmesi en kolay dil. Sadece biraz ilgilenmek gerekiyor, hepsi bu.
İngilizceye ek olarak Almanca ve Arapça biliyorsunuz. Genelde bütün diller, özelde ise İngilizce öğrenmeye ne zaman başlamalı? Dil öğrenmek için belirli bir yaş sınırı var mıdır?
Öncelikle şunu söyleyeyim: Öğrenmenin yaşı yoktur. Ancak keşke imkân olsa da bu işe doğar doğmaz başlansa. Çünkü çocuklarda üç yaşına kadar ana dil mantığı oluşuyor. Tabii ki bu işin nasıl olacağı oturup konuşulur, tartışılır ama doğar doğmaz dil öğretilmesi daha kolay oluyor. Sonradan öğrendiğimiz zaman yama şeklinde bir biçim alıyor. Ancak doğar doğmaz iyi bir şekilde eğitim yapılırsa çocuklar ana dil mantığında, zorlanmadan ve çok rahat bir şekilde dil öğrenebiliyorlar. Ayrıca dil öğretimi beyni çok geliştiriyor. Bilindiği üzere “Bir dil bilen bir düşünür, iki dil bilen iki düşünür.” O yüzden yabancı dil bilenler diğer insanlardan zihinsel olarak daha gelişmiş olurlar. Öğrenmede belirli bir yaş sınırı yok ancak tercihimiz erken yaşta başlanması. 0-3 yaş döneminde başlanmalı. 3-5 yaş aralığında mümkün mertebe yabancı dil eğitimi yapılmamalı. Çünkü çocuğun öğrendiği dili geliştirmesi gerekiyor. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim çocuğun tam konuşmaya başladığı dönem tekrar bir dil vermeye kalkarsanız, ana dil olarak öğrendiği dile ket vurabilir. Beş yaşından sonra da artık ana dil olarak değil de eğitim olarak devamından yanayız. Zaten sağlam bir eğitim olursa ana dil olarak da kalıyor.
Bildiğiniz üzere yabancı dil öğrenimine yönelik çeşitli metotlar öne sürülüyor. Bu metotlar etkili midir? Yoksa sadece para kazanmak için kurulmuş tuzaklar mıdır? Sizin kendi uyguladığınız yöntemlerden biraz bahsedebilir misiniz?
Son zamanlarda kapitalist sistemin de etkisiyle çok farklı pazarlama metotları ortaya çıktı. Diyorlar ki “Bir haftaya dil öğretiyoruz.” Hayda! İnsanlar bilgisayar değil ki. “Programı setup yap, hadi Allah kabul etsin” şeklinde olmaz. Bu mümkün değil. Bu tamamen bir kandırmaca. Öyle bir şey olsa insanlar her hafta bir dil öğrenir. Yani bir yılda, 52 haftada 52 tane dil öğrenmiş olur. Bu metodu bulan insanlar neden kendi elemanlarına, kendi vatandaşlarına, kendi polislerine ya da istihbarat elemanlarına bu metotla dil öğretmiyorlar? Bu tamamen saçma ve kandırmaca. İnsanların muhtaç olduğu anda duygularını sömürmeyi hedefleyen bir durum. Kesinlikle bunu tasvip etmiyoruz ve doğru da bulmuyoruz. İnsanlara da diyoruz ki “Bu tarz şeylere inanmayın, duygularınızı sömürtmeyin. Böyle bir şey yok.” Bir defa sen ana dilini öğrenirken 3 yaşına kadar “aga ugu” gibi bir sürü şey söyleyerek o sürece geliyorsun ki insan doğduğu zaman beyin algısı ve çalışma kapasitesi çok çok üst düzeyde. Onun için insanların bu tarz şeylere kanmamalarını özellikle tavsiye ediyorum.
Bu sorunuza ek olarak bir şey daha söylemek istiyorum. Dil eğitimi hakikaten çok farklı. Normal bir öğretmenin verebileceği bir eğitim değil. Hani okullardaki öğretmenlere de bir şey diyemiyorum çünkü kalabalık sınıflarda yapabilecekleri fazla bir şey yok. Biraz zor hakikaten ama yapılamaz mı? Yapılır. İnsan feragat ettiği zaman yapılır ama devlet memuriyeti olduğu zaman durum biraz farklı oluyor. Anca çok idealist bir öğretmen olacak ki bu sıkıntıları göğüsleyip bu işi yapsın. Ben uzun süre tiyatroculuk yaptım. Tiyatro ile eğitimi birleştirip farklı bir format ile insanlara tamamen animasyonla eğitim vermeye çalışıyorum. Hem sıkılmıyorlar hem de o an dünyadan koparıp, İngilizce bir dünyadaymış gibi bütün algısını ve bütün düşüncelerini eğitim masasının üzerine koyarak, onları bu algı içerisinde tutarak eğitim vermeye çalışıyorum. Açıkçası şunu söyleyeyim, “Tiyatrocu olmasaydım tarzım bu kadar etkili olur muydu?” Pek sanmıyorum. Normal bir öğretmen gibi içeri girer, bildiklerimi anlatır çıkardım ama tiyatro olunca durum değişiyor. Vermek istediğin neyse onu teatral bir biçimde; üzerek, güldürerek, eğlendirerek veya düşündürerek verebiliyorsun. Dediğim gibi ben tiyatro yapmamış olsaydım sanırım bu kadar etkili olmazdı. Bir de ortaya şu mesele çıkıyor: Öğretmenlere bir drama kursu verilmeli mi?
İlkokuldan beri İngilizce eğitimi verilmesine rağmen öğrenciler İngilizce öğrenme konusunda sıkıntı yaşıyor. Hatta bazı öğrenciler lise ve üniversiteden mezun olduğunda dahî İngilizce öğrenememiş oluyor. Sizce mevcut eğitim sistemimiz yabancı dil eğitimi konusunda nasıl bir rol üstlenmektedir? Sistemdeki temel eksiklikler nelerdir?
Evet bu hepimizde var. İnsanlar ilkokula başlıyor İngilizce, lisede İngilizce, üniversitede yine İngilizce eğitimi alıyor. Üniversiteyi bitiriyoruz birisi adın ne diye sorduğunda donup kalıyoruz. Bütün insanlar üniversiteyi bitirip bu sıkıntıyı yaşıyor. İnsanlarda mı bütün sıkıntı? Hayır. Maalesef okullarımız bir dönem sıkıntılı oldu. Bu anlamda Milli Eğitim’i yargılamak da yanlış olur. Tasvip etmek de ayrı bir şey, o da ayrı bir tartışma. Sonuç olarak bu kadar zaman İngilizce dersi verilmesine rağmen bir başarı yoksa burada bir düşünülmesi gerekiyor. Etkili, yetkili kim ise oturup düşünmesi gerekiyor. Benim eğitim verdiğim kursiyerlerden ya da öğrencilerimden başarısız olanı gördüğümde mutlaka oturup, derinlemesine düşünüp, eksiklik-fazlalık neyse onları not edip; en azından bir sonraki eğitimlerde aynı hatayı yapmamak için bu şekilde bir davranışım, bir tutumum oluyor. Aynı olaylar Milli Eğitim'de de olmalı. Nasıl olacağını bilemiyorum ama oturup ciddi ciddi bir fikir alışverişi yapmak gerekiyor. Bir sorun varsa bunun çözüm yolu kesinlikle aranmalı. Bu anlamda sistemimizde bir sıkıntı var. O kadar zaman ders görüp öğrenmemek, konuşamamak hatta bildiğini de unutmak hakikaten kötü bir durum. Yıllarca bir şeyin peşinden gidiyorsun ama menzile varamıyorsun. Serap gibi bir şey oluyor. Eksiklikleri var ama ümitliyiz, inşaallah düzelir. Ancak şu da var kendini değiştirirsen, bakmakla yükümlü olduğun çocuğunu ya da çevrendekileri değiştirirsen; sistem de değişir, ortam da değişir, insan da değişir. Şimdi ben kendi çocuğumla da aynı zamanda İngilizce dersi yapıyorum. Bir müddet sonra öğretmenlerini zorlayacak. Bu şekilde çocuk sayısını fazlalaştırırsak mecburen alttan gelen bir baskıyla bu olaylar öğretmenleri daha çok çalışmaya teşvik edecektir. Öğrenciden kaynaklı bir baskı olmazsa öğretmende rehavet ortaya çıkıyor ister istemez. Onun için biraz da bizim değişmemiz gerekiyor.
Dil öğrenirken telaffuz ve anlama konusunda yaşanan sorunlara ne gibi çözümler önerirsiniz?
Bu bizim tüm öğrencilerimizde oluyor. Öğrendikleri kelimeleri en etkin ve en iyi şekilde adeta bir İngiliz gibi kullanmak arzusunda oluyorlar. Bu doğru değil tabii ki. Ayağı topa hiç değmemiş bir insanı sahaya çıkarsanız ve deseniz ki “Kardeşim bana doksandan gol at, bak şuradan vuracaksın, şöyle falso vereceksin, şu top böyle açı yapacak, böyle gidecek.” Herhalde anlamış gibi yapıp penaltıyı ilk etapta ancak taca atar. İngilizce tamamen böyle bir şey. Tekrar etmedikçe, o kelimeleri çok kullanmadıkça, hatalarını görmedikçe kesinlikle mükemmel telaffuz söz konusu değil. Çok hata yapacaksın ki o hataların en aza indirgenecek ve güzel bir telaffuz ve diksiyonla konuşabilesin. Aksi takdirde çok zor. Yapamazsın, kim ne derse desin yapamaz. Zaten dilde “Anladın mı?” sorusu saçma bir soru. “I'm going” “gidiyorum” anlamına geliyor dediğimizde tabii ki anlaşılır ama bu böyle mi olmalı? Şimdi “Frikik kullanırken böyle vuracaksın, anladın mı?” Anladım da serbest vuruş kullanmak, gol atmak çok ciddi antrenman gerektiren bir şey. Aynı şekilde dilde de “Anladın mı?” değil, “Şu anladıklarımızı bir kullanalım.” tarzında olmalı. Bir de hiç duymadığınız Türkçe bir kelimeyi söylesem muhtemelen ilk başta “hıh?” dersiniz. Çünkü kullanmadığınız bir kelime. İnsan kullanmadığı kelimeyi kolay kolay anlayamaz. Anlamış gibi olur, anlam çıkarmaya çalışır ama tam manasıyla anlayamaz. Onun için ne kadar çok kullanırsak o kadar çok rahat konuşuruz ve o kadar rahat anlarız. Ağzımızdan kelime çıkması lazım. “İngilizce biliyorum, konuşamıyorum.” Tabii ki konuşamazsın çünkü o kelimeyi hiç ağzından çıkarmadın, hiç kullanmadın. Çok var böyle öğrencimiz ve insan tabii ki üzülüyor. Bir arkadaşımız vardı “school” kelimesini “s-c-h-o-o-l” olarak ezberlemiş. Dedim ki: “Bu yaptığını Çinliler duymasın. Çünkü bu Çin işkencesinden de beter bir şey.” Girdiği sınavdan da iyi bir not almıştı ama bu şekilde dil öğrenemez ve telaffuzda çok sıkıntı yaşar. İnsan üzülüyor hakikaten bu kadar emek etmiş, çalışmış ama bir yol gösteren olmadığı için “s-c-h-o-o-l” diye ezberlemiş. Bu şekilde ezberleyen birinden telaffuz bekleyemezsin. Onun için eğitmen çok önemli, antrenör çok önemli. Antrenör kötüyse kesinlikle iyi bir oyun beklemeyin.
Yabancı dil öğreniminde doğru bilinen yanlışlar var mıdır?
Dilde yanlış-doğru yoktur. Dilde ne kadar çok yanlış yaparsan o kadar çok doğrun olur. Yanlış yapmadan dil öğrenmek mümkün değil. Kesinlikle önce yanlış yapacaksın. Hatta ben sınıfta diyorum ki “Arkadaşlar saçmalayın, saçmalayın.” Bu iş saçmalamadan olmuyor. Yanlış yapmaktan kaçınmayın. Benim için en iyi öğrenci, en çok yanlış yapan öğrencidir. Çünkü dil öğrenirken yanlış yapmadığın zaman doğruyu asla öğrenemezsiniz. Hocanın “saçmala” demesi öğrenciye tuhaf geliyor. “Vallahi saçmalayın” diyorum. Diğer türlü olmuyor. Dildeki hataların hepsini yapacaksın ki yerine doğruları gelsin. Onun için dilde yanlış olmadan doğru mümkün değil. Bir de bir tane kelime değil ki. Hani diyelim ki doğru şekilde bin tane kelime ezberledin. Ama bilmediğin 100 tane daha kelime ezberlediğinde mecburen ilk etapta yanlış olacak. Benim dil öğrenmeye çalışanlara yaptığım ikaz şu: Dil asla düşünerek öğrenilmez. Dil nedir? Mesela şu an Türkçe konuşuyorum, ağzımdan kelimeler çıkıyor. Düşünerek konuşma şansım var mı? Tabii ki yok. “Ben içimden konuşuyorum.” olur mu öyle şey? İngilizce de böyle. Diyoruz ki: “Arkadaşlar yazdığınız, çizdiğiniz ne varsa yüksek sesle okumanız gerekiyor.” Dil çalışırken -özellikle okuma parçalarının- yüksek sesli okunması gerekiyor. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymadığı sürece o kelimeler bize ait olamaz.
Yıllar boyunca yabancı dil öğretimi için özel kuruluşlar açıldı ve hâlâ da açılmaya devam ediliyor. Bu kuruluşlar hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Dil eğitimi için kuruluşlar, okullar, özel hocalar oluyor. İyi mi, kötü mü demek ne hakkımdır ne de haddimdir. Şöyle ki okul çok iyi olur ama öğretmenlerin dil öğretmek gibi bir derdi olmazsa o zaman tabi ki sıkıntı. Okul kötü olduğu halde öğretmen çok iyiyse olay bitmiştir. Burada olay tamamen antrenör ile ilgili. Mesela bir kurum çok kötü diyorsun, bir bakıyorsun iyi bir hocası var alıp götürüyor. Ya da şu hoca çok iyi diyorsun, bir bakıyorsun adam bir müddet sonra burnundan kıl aldırmıyor, havalara girmiş öğretir gibi yapıyor. Çok var böyle. Onun için “şu iyidir, şu kötüdür” demek biraz yanlış oluyor ama benim için kısas şudur: Bir buçuk yıl dil eğitimi için ideal bir süredir, biz bunu 5 aya sığdırıyoruz. Dil kursuna bir buçuk yıl gitmiş bir insanın takır takır, rahat bir şekilde konuşması lazım yani en azından upper-intermediate seviyesinde konuşuyor olması lazım. Konuşamadıktan sonra “şunu öğrendim, bunu öğrendim” demesinin çok anlamı olmuyor. Kesinlikle 2 sene, 2 sene bile değil 4-5 ay sonra öğrendiğin her şeyi unutursun. Onun için beni ilgilendiren tarafı bu. Okul ya da kuruluşun öğrencileri ne kadar konuşturabildiğine bakarsak kurum iyi mi yoksa kötü mü daha iyi anlarız.
Son olarak İngilizce öğrenmek isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Bu soru çok önemli, dünya öylesine küçüldü ki mesela buradan otobüsle Erzurum 22 saat ama buradan Washington uçakla 10-15 saat, Almanya 2-3 saat… Dünya çok küçüldü. Şu an elimizdeki telefonların, ayağımızdaki ayakkabıların, kolumuzdaki saatlerin, kullandığımız ilaçların çoğu ithal ürünler. Onun için dünyayla irtibatımız olması gerekiyor. Dil bilmeden, kesinlikle olmaz. Ben öğrencilerime şunu diyorum: “Gerekirse okulunu uzat ama dil öğrenmeden mezun olma.” Dil öğrenmeden mezun olduğun zaman ne yapacaksın? İşletme bölümünde son sınıfta okuyan bir öğrencimizin hoş bir anımız olmuştu, her yerde anlatıyorum. Bir gün üzgün bir şekilde geldi ve dedi ki:
- Hocam, ben İngilizce öğrenmek istiyorum.
- Hayırdır?
- Hocam, babamın bir restoranı var.
- E ne güzel.
- Güzel değil işte.
- Babamın restoranı var, işe garson alacak gazeteye ilan verdi. Okul bittikten sonra kendime iyi bir iş bulana kadar ben çalışmak istedim ama kabul etmedi.
Neden diye sorduğumda babası “Oğlum sen İngilizce bilmiyorsun. Bize İngilizce bilen bir garson lazım. Buraya turistler geliyor iyi hizmet veremiyoruz. Oğlum kusura bakma sen gel, ye, iç, gez ama buraya iş yapacak birisini alayım ki para kazanalım.”
Babası çocuğu İngilizce bilmediği için dükkânında çalıştırmadı.
Mesela benim telefonum Çin'de üretiliyor, Güney Kore'den geliyor. Ya düşünsenize Güney Kore neresi, Türkiye neresi? Ama bir şekilde ağlar kuruluyor ve Güney Kore’den buraya cep telefonu getiriliyor. Peki, bu irtibat nasıl sağlanacak? Kesinlikle dil şart, dil olmadan hiçbir irtibat olmaz. Adeta lâl ve sağır oluruz.
Başka bir öğrencimin yaşadığı bir olayı da paylaşmak istiyorum. Çocuk Hong Kong’dan bir ürün getirecekti. Getireceği ürünü bulmuş, satan şirketi bulmuş, konuşmuşlar, aralarında anlaşmışlar ama İngilizcesi yeterli olmadığı için ürünü İstanbul’a getirtmek yerine Kenya'ya göndermiş. Kenya'dan geri getirene kadar hem çok masraf yaptı hem çok uğraştı hem de çok sıkıntı çekti. Neticede ürünü getirtti ama ürün geldikten sonra işe yaramaz haldeydi ve epey ciddi bir para harcadı. Dil bilseydi o üründen harcadığının belki 10 katı kazancı olacaktı ama dil bilmediği için o ürün de parçalandı gitti, hiçbir işe de yaramadı. Dil bilmek vasıflı olmak gerekiyor. Çünkü piyasada dil bilmeyen o kadar çok insan var ki. Hele İstanbul gibi bir yerde vasfınız yoksa inanın hayat başınıza beladır. Bizim iyi insanların sayısını artırmamız gerekiyor. İyi insan derken eğitimli iyi insan. Yoksa düşünsenize 20-30 kişiyiz bir yerde. Pistte bir uçak var ama uçağı sürebilecek bir pilot yok, hepimiz perişan oluruz. Ama uçağı kullanmayı bilen birisi olduğu zaman ise herkesin baş tacı olur.
İngilizce öğrenmemiz şart. Bir de İngilizce öğrenmenin bir faydası da insana dilin mantığını öğretiyor. İngilizceyi öğrenen, dil mantığını çözdükten sonra istediği herhangi bir dili çok daha rahat şekilde öğrenebilir.
Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz. Allah razı olsun.
Rica ediyorum, başarılar diliyorum. Hoşça kalın.
RÖPORTAJ: HARUN DOĞAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder