6 Haziran 2017 Salı

RÖPORTAJ: AYŞE PEHLİVAN

Ayşe Hanım sizi tanıyabilir miyiz?

Bir insanı tarif ederken anadan başlamak zorun­dayız. Ana kıymetlidir, ana konudur ana. Anaya dokunmamak, insanı tarif ederken cana dokun­mamaktır. Benim can anam, özel ve güzel bir in­sandı. Herkesin anası kendine özel ve güzeldir lakin benim can anam tanıyanların şahitliğiyle herkes için özel bir insandı. Dert dinler, inandığını mertçe söyler, sözü saklamaz ve sözün arkasına saklanmazdı.

Bana gelince bu dört çocuklu annenin 3. çocuğu­yum. Şen bir ailede büyüdüm. Cömertçe sorum­luluk veren annem, aynı zamanda muhasebesi sağlam bir kadındı. Bir çocuk aldatamayacağını bildiği ebeveyninin yanına sığınmayı ve sığmayı öğreniveriyor.
1980 yılında İstanbul’a eğitim için geldik. Gurbetti benim için. Zordu ama gerekliydi de. Özlemle tanış olduğum dönem bu dönem. Sonra ard arda geldi özlem. Bir gün ben kendimi özlem kervanının ba­şındakilerden biri olarak buldum. Anne özlemim evrildi ve çocuk özlemine dönüşüverdi…

“Mesleğin nedir?” diye sorarsanız “Ben çocukları seviyorum.” diye cevap verebilirim. Bütün olgulara çocuk gözüyle bakıyorum. Çocuk gözüyle, çocuk yanından ama çocuklar için değil, çocuklarla bir­likte.

İlahiyat mezunuyum, şuan açık öğretim tarih oku­yorum. Bir dönem Kur’an kursu öğretmenliği yap­tım. Sonra bir milletvekiline danışmanlık yaptım. Şimdi de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlık Müşa­viri olarak görevime devam ediyorum.

Hayatıma anlam katan en önemli işlerimden biri de, Özlenen Çocuk ve Gençlik Derneği. Çocuksuz ailelerin bir araya gelip, evlat özlemiyle kanayan yaralarının tanışlığıyla, sevgi bekleyen yavruların yaralarına merhem olmaya çalışan insanlarla bir­likte güzel bir yolculuk bizim ki...

Hayatınızın önemli bir kısmı sivil toplum çalışma­ları alanında hizmetlerle dolu ve sizin çok güzel bir isme sahip derneğiniz var. Özlenen Çocuk ve Gençlik Derneği. Bize bu dernekten bahsedebilir misiniz, neden çocuklar?

Evet, dernekten bahsetmeden beni anlatmak zor zaten. Derneğimizi 1999 yılında kurduk. Acıy­la hemhal olmuş, özleme bulanmış yürekler bir araya geldik ve bir dernek kurduk. Yokluk zordur, eğer eksikliğinin farkındaysanız. Ben çocukken mesleğimi annelik olarak belirlemiştim. Daha önce söylediğim gibi ben özel bir annenin çocu­ğuydum, ona hayrandım ve onun gibi bir anne ol­mak istiyordum. Onun bu dünya ile işi bitti, yolcu ettik onu. Ben ancak böyle tarif ediyorum, “Gitti” diyemiyorum, çünkü bazıları gitmiyor, sadece ya­nınızda olamıyor. Ben uyanmadan annemin yok­luğu ve anne olamayışım uyanıyor, ben o duygu­ları uyutmadan uyuyamıyorum. Anne olamadım ve “annem” diye seslendiğimde yüreğimdeki ateş harlanıyor. Hatta bu konuda şöyle düşünüyorum: “İnsanın iki defa göbek bağı kesiliyor. Bir, doğdu­ğunda bir de annesiz kaldığında.” Annesiz kaldı­ğınızda tekrar yaşamayı öğreniyorsunuz, tekrar soluk almayı. İyi bir şey yaşıyorsun ama tarif ede­cek annen yok. Ya tadı eksik kalıyor, sevinci yarım ve yine “Hiç kimse insana annesi gibi bakamaz.” diyenlerdenim. Çok başka bir şey bu. Evet dernek deyince anneler konuşuluyor zira anne olamayan­ların yarasıyla şekil almış bir dernek bu.

Ben büyürken büyüyen anne olma sevdam, do­ğacak çocuğumun ismini koymaya kadar vardı. Onun kitapları, kumbarası ve ismi vardı. Öyle inan­mıştım, kız olacaktı ve adı Mihrimah… Farsça “Ay ve Güneş” demek. Onsuz hiç kalmayacaktım. Son­ra zaman geldi, evet artık kul makamınca hesaplar tamamdı, derken küçük bir sızı için doktora gittim, öğrendim ki, derdim büyükmüş, kanser teşhisi ko­nuldu. Daha sonra da Mihrimah bu dünyada doğa­mayacak ve beni bulamayacaktı.

Ateş mi, ateş... Boşluk mu, boşluk... Böyle tarif ediyorum. Onu anlatılacak bir şey değil. Bazı şey­ler, anlatılmaz… Anne olmaya kodlanmış bir ha­yatın kodları kayboldu, dünün ağır yüküne ilave yarınsız kalmak günde şaşalamak işte…. “Allah’ın bana borcu var gibi davranmışım.’’ Yanlış! Örneklik teşkil edecekse işte burası örnek. Ben Kur’an’ın bütünüyle muhattab olan bir kuluyum ama atla­mışım, “Çocukla ve çocuksuzlukla imtihan ederiz.” ayetini.

Ve dedim ki tamam oldu, ateş harlanıyor, ben an­lamaya çalışıyorum. “Oradan nasipleneyim de o nasibi faydaya dönüştüreyim.” diye, çocuksuz ai­lelerin bir araya gelip bir dernek oluşturmasının faydalı olacağını düşündük. Sonra çocuklu olan­lar da bize yardım etmeye başladılar, derken bi­zim sahamız çok hızlı genişledi. Biz artık Türkiye geneline hizmet etmeye başladık. Çocukları sekiz grupta topladık. Bunlardan bir grubu da ebeveynli öksüz ve yetimler. Anne-babası olduğu halde yok gibiydi, en çok bunlara hizmet ediyoruz. Çalışma­larımız böyle devam ediyor.

Ayşe Hanım, bir de sizin şairlik yönünüz var. “Yok­sun Mihrimah” şiiri bu yoksunluğu o kadar zarif ifade ediyor ki... Bu şiiri bize okuyabilir misiniz ve Mihrimah yayınlarından çıkan ‘’Gelmeyeceksin Diye’’ adlı kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Bana bir gün “Şair kimdir?” diye sordular. Benim şairi tarifim şu oluyor: “Çukurda olduğunu fark eden birinin kurtulma gayretindeki terinin kâğıda düşmesidir.” Bir çukurda olacaksın, bir de çukurda olduğunun farkında olacaksın ve bir de kurtulmak isteyeceksin. O an terliyorsun ya işte o kağıda düşen o terindir şiir.Yanmadan kalemi güçlü olan insanlar olduğunu düşünüyorum bu dünyada, bı­rakın onlar noktayı virgülü istediği yere koysun­lar, hiç önemsemeden okuyor ve anlaşıyoruz biz. Birde fikir kabızları var ki Allah uzak etsin. Onların da kaleminin tutukluğu çok net olarak belli olu­yor, zorlayarak yazıyorlar. Benim için yazma hali, yazmadan duramama hali. Tabiri caizse içinizden çıkan istiğfar gibi ağzınızdadır artık, yazmadan ol­maz. Bazen kalemle yazarsınız bazen aklınıza ya­zarsınız bazen yürürken bir şiir akar yüreğinizden, kayıt edersiniz akıl defterinize…

Gelelim şiire;

Yoksun Mihrimah
Annenin gözyaşları aktı be Kızım
Gözyaşına Yalnız annen baktı be Kızım
Annen gönlüne seni kattı be Kızım
Yol çok mu ırak yoksun Mihrimah?
Bu bir sevda canım seviyorum ben seni
Kötü bu hastalık, sensiz bıraktı beni
Sensizlik derinden yaktı sinem!
Akşam oldu yine yoksun Mihrimah.

Çiçekler açıyor şenlik var yine
Kuşlar seviniyor yaz gelişine
Akıl erdiremedim ben birçok işe
İlkbahar geldi yoksun Mihrimah.

Minik elini tutup dolaşamadım
Çok istedim sana kavuşamadım
Sen yoksun, benimle buluşamadım
Gelenlerin arasında yoksun Mihrimah.

Mektuplar geliyor teselli diye
Bazıları diyor: ‘bu sevda niye? ’
Sevemem mi seni doğmadın diye?
Özlemin var ama yoksun Mihrimah.

Ben var ettim seni hayallerimle
Anlam kattın yaşama gerçek sevginle
Bir de eşlik etsen sen nefesinle
Hayalde kaldın bak, yoksun Mihrimah.

Mihrimah’ın Annesi…

Şiirsiz yaşamak sosu olmayan bir salata gibi ge­lir bana. O hayatlar, “Azla konuşmuyorsanız çoğu ziyan edersiniz.” diyenlerdenim. “Birisi fısıltınızı duymuyorsa gürültü etmeyin.” diyenlerdenim. Ben “Aşkın kendisinin içindedir beklentisi, karşı tarafa anlam yüklemekten başka bir yükünüz olmasın.” diyenlerdenim. Karşılıksız aşk diyorlar. Aşkın için­de zaten karşılığı. Düşünsenize ihtimallere yatırım yapıyorsunuz. Balzac, Vadideki Zambak’ ta öyle demez mi, “Sen bana beyazı yakıştırdığın günden beri beyazdan başka renk hiç giymedim.” Aşk bu­dur, bu kadardır. Başka bir şeyi yok bunun. Deme­ye çalıştığım şey şu: “Herkesin şiiri var ve herkes kendi şiirinin şairi. Bazılarının sadece dinleyicisi var ve bazılarının okuyucusu. Bazıları sadece ken­disi okur.”

Yaşam dediğin şey budur zaten. Yani şiirsiz bir toplum katıksız ekmektir, tuzsuz çorbadır, çiçek­siz bahardır, buğdaysız başaktır. İşte bunları ço­ğaltabilirsiniz. Şiir ya şiir... Yani lütfen şiir...

Benim de dikkatimi çeken şiirler olmuştu, satır sayılarına kadar belirli fakat henüz nokta dahi sü­rülmemiş şiirler.

Öyledir ama bazen bırakıp gitmek hepimiz için bir tercihtir ve o tercihi kullandığımıza pişman olmayacak noktada gitmeliyiz. Hani böyle büyük büyük laflar edilir. Ben hep küçük konuşuyorum, hep böyle hayatın yakınındayım çünkü. Bir semi­nerde bir dinleyiciye laflarım büyük gelmiş, dedi ki: “Böyle konuşuyorsun da depremden korkmu­yor musun?” Cesaretten konuşmuşuz herhalde. Dedim ki: “Ben neden depremden korkayım, ben bizim binadan korkuyorum. Ben depremden öl­meyeceğim ki bizim binadan öleceğim. Ya bizim müteahhit sahtekarsa? Yoksa deprem sürekli olu­yor. Zilzal Suresi’nde geçtiği üzere korkunç olan bir Müminin depreme tedbir almamasıdır. Batılı düşünür demiş, ‘Yer yürürken ayakaltında dolaş­ma.’ yeri yürütürüm diyor Allah. Nedir ki deprem? Olmak zorunda.”

Bir söz var ya “Karakterim kim olduğumla ilgili, tavrım sizin kim olduğunuzla.”

Yine de tavrımı o belirlemez, bende öyle olmuyor. Yani gönlümün kapısını herkes tıklatabilir ama kime açacağıma ben karar veririm. Sevdikleriniz kadarsınızdır, seçtikleriniz kadarsınızdır, bu kadar. “Sen kendi senaryonda bana rol verdiysen bu be­nim sorunum değil!” dediğim insanlar vardır. Se­naryo yazmışsın bana da rol vermişsin ama bana­ne, bana sordun mu? İstemezsem oynamam, bu kadar basit. Senin bana rol vermen benim suçum değil. Sevmek sevenin işidir ve karşılığı da yaşadığın o heyecan, kendini tanıman, olgunlaşman, pişmen. Eğer sen çok çiğsen tabi ki biz de odunu artıraca­ğız. Bir an önce piş yanmaktan kurtul kardeşim, piş yani.

Birçok göreviniz var, okudukça şaşırıyoruz ama bunları nasıl idare edebiliyorsunuz, bize nasıl bir tavsiye verebilirsiniz?

Tavsiye değil de, nereden beslendiğime bakmak lazım. Ben onu söyleyebilirim. Benim ideallerimi ben ufka koyuyorum, “Azrail gelmeden bitmesin­ler.” diye. Benim nedenlerim o kadar sağlam ki te­reddüte mahal yok. Bir çocuğun bir damla gözyaşı eksik aksın. Ölçülebilir olmadığı için de benim mo­tivasyonumu bozacak bir şey yok. Ben bu dünya­da oksijen alıp karbondioksit veriyorsam, bir hava kirliliğine vesile oluyorsam, elbet diğerlerinden farklı yapmam gereken bir şeyler de olmalı değil mi? Yani Rabb’im yaratmış beni kıymetim oradan gelir. Ben ayetlerin muhatabıyım, Allah’tan mektup gelmiş bana. Ben yoncanın yaratılışını nasıl hafif görebilirim ya da bir ağacın çiçek açıyor olmasını, karıncanın yük taşımasını... Gelin birlikte konuşup anlaşalım. Çözebilelim midemizde çalışan fabrika­yı. İçinde inanç olan, kalbine Allah’ı sığdırabilmiş birisinin acziyeti nedir? Allah’a savaş açmadığın müddetçe asla aciz değilsin. Yapman gereken şey şu: İnanıp, güveneceksin. O zaman güç sendedir, acziyet senden uzak. Nimeti paylaşırken “Acizim bana az ver.” demiyor. “Ben acizim yemesem de olur.” demiyor, “Ben acizim ne bilirim eti.” demiyor. Ama “Ben acizim ne bilirim ibadeti.” diyor, olur mu böyle saçma sapan iş?

Şimdi canlar bakın, başkasının derdine sabret­mek kolaydır. Ne teselliler vardır, akıl almaz. Ama onun yerine geçmeden onu anlayabildiğimizde büyümüş olacağız. Ben empati yapmayanlarda­nım, onun için de sempatik değilim. Ben olduğum yerden bakıp kardeşimin hakkını, duygusunu anla­mak zorundayım. İlla onun yerine geçersem hem orada sıkışırız hem burası boş kalır. O orada dur­sun ben de burada durup onu anlayayım.

“Biz kardeşiz” sözünün de ziyan edildiğini düşü­nüyorum. Kardeş olmadan da hakkını verebildiği­miz gün “biz” oluruz.

Bedelini ödemeye razı olmadığınız şeylerin edebi­yatına gerek yok. Sonra, bir bedel için yola çıktı­ğımızda da kestiğimiz çekin miktarı önemli değil, bankadaki para önemli. Bankada 3 trilyonunuz varsa 500 bin liralık çek kesebilirsiniz. Bankada paranız yoksa 5 bin liralık, 500 liralık, 50 liralık çek için bile gelip kapınızı tıklatırlar. Hayatımıza bakarken buna bakacağız. Bir de okumak lazım, okur-yazar olmaktan bahsediyorum. Gözünüzle okumanız lazım, kitabı okumak lazım, Kur’an mea­li okumak lazım, insanların yüzünü okumak lazım; ağacı, börtü böceği, kuşu, çiçeği okumak lazım. Mideyi 3 öğün beslediğimiz gibi bir de aklı ve kal­bi de beslemeye özen göstermek lazım. Elbisenizi kirlilikten koruduğunuz kadar gözlerinizi de korur­sanız iş kolay olur. Gönlünüzü, midenizi korursa­nız iş kolay olur diye düşünüyorum.

Hangi yönden şaşırttıkları da önemli ama değil mi?

Kesinlikle önemseyin. Çünkü öğrendiğiniz şey şu­dur; ya ondan yapmamanız gereken bir şey öğren­mişsinizdir ya yapmanız gereken bir şey, ikisi de kıymetlidir.

Zaman ayırıp geldiğiniz için, zahmet ettiğiniz ve bu zahmeti seçtiğiniz için Allah razı olsun.
RÖPORTAJ: AYŞE PEHLİVAN
AYŞE ALEYNA KUŞCU, GAMZE KÜÇÜK, SENA BAŞKURT, KÜBRA SUNA

1 yorum:

  1. Allah yolunuzu açık etsin,Allah sağlık versin ,versin de kaleminiz hiç susmasın. ..

    YanıtlaSil