21 Şubat 2017 Salı

MEZARLIKTAKİ DİRİ

22 yaşında 20. asrın en kapsamlı uluslararası İslam örgütü olan İHVAN-I MÜSLİMİN’i tek başına kuran HASAN EL BENNA’nın asrını aşan, bir ümmete denk gayreti ve şehadeti.

Yirminci Asrın Başları

Geçmişinden koparılmış, geleceği karartılmış bir ümmet.

Müslümanların yaşadığı toprakların tamamı kasaba kasaba, ülke ülke işgal edilmiş, insanları zincirlenmiş, serveti heder edilmişti. Orduları dağıtılmış, medreseleri çökertilmişti. Dinini hurafeler, bid’atler kuşatmış, camilerini miskinler mesken edinmişti. Yönetimleri fesada uğratılmış, birliğin sembolü Hilafet önce sulandırılmış ardından da ilga edilmişti. Başsız, dağınık, umutsuz, yolsuz, susuz, yapayalnız bir ümmet vardı ortada.

Peygamberin vekili, dirliğin direği âlimler, kavuklarının altında kaybolmuştu. Gözleri görmez, dilleri çözülmez olmuştu. Hastası hasta, doktoru da hasta bir ümmet…

Akıl veren yok, yol gösteren yok!

Cesaret toprağa gömülmüş de üzerine dağlar yığılmıştı sanki. Kimse konuşmuyor, konuşan dinlenmiyordu. Kellesini koltuğuna alıp konuşan ya sözünü bitiremiyor ya da bir daha konuşamayacak dilsize dönüştürülüyordu. Kim kimin adamı, kim nereden geldi, belli değildi.

Ne hac hacdı ne de namaz namazdı.

Yola çıkan azdı. O azlar da kasabalarının, dar coğrafyalarının sınırlarını aşamıyorlardı. İman kardeşliği ile sınırları çizilmiş koca toprağı düşleyemiyorlardı.

Âliminden cahiline herkes, kasabını bekleyen koyuna dönüştürülmüştü. Kıble, namazda Kâ’be’yi, eylemde Batıyı gösteriyordu. Kimi ecelini bekliyor, kimi kestirmeden kurtaracak bir mehdiyi… Aç, açık ve selde saman çöpü gibi bir ümmet…

Kurtlar sofrasında bir ümmet.
Fitne mi fitne, afet mi afet bir dönemdi. Salahaddinlerin, Fatihlerin toprağı bir mezarlığa dönmüştü. Yiğitler diyarı Anadolu, farklı farklı çizmelerin çiğnediği yerdi artık. İlim diyarı Mısır yoktu. Ezher bin yıllık fenerini söndürmüş, Müslümanları karanlıkta bırakmıştı.

Koca bir mezarlık!

Akdeniz’in ortasında bir göl gibi kalan mezarlık!

Mezarlıktaki gönüllü ölüler arasında ses çıkaranlardan kimileri de başlarına gelenden dinlerini sorumlu tutuyor, neredeyse Hristiyan olsak böyle olmazdık, diyorlardı.

Koca bir mezarlık!

Ölülerinin çukurlarını elleri ile kazdıkları mezarlık!

Herkes bir kurtarıcı bekliyor ama kimse kurtarıcı olmuyordu. Ölüm sessizliği, pasifliğin kahrı, kimlikleri imha etmişti. Dert yanan çok, derman bilen yoktu. Kendisinden çok şey beklenenler bocalıyor, ümmeti hayal kırıklığına uğratıyordu.

Her gün yeni bir facia, yeni bir şok!

Bebekken Bile Büyük Doğmuştu Âdeta…

Talebeliği esnasında, ‘Mezun olduktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?’ şeklindeki bir kompozisyon sorusuna şu cevabı vermişti:

“Mezun olduktan sonra biri özel, biri de genel olmak üzere iki emelim vardır. Özel emelim, yapabildiğim kadar ailemi ve yakınlarımı mutlu etmektir. Genel emelim de gündüz öğrencilere, gece de babalarına dinlerinin aslını öğreten bir mürşit olmaktır.”

Ve Koca Mezarlıkta 22 Yaşında Bir Diri Hasan el-Benna

1906’da Mısır’da doğdu. Âlim bir babanın oğluydu. Genç yaşta Kur’an’ı ezberledi. Yaşından büyük düşüncelerle emsallerinin arasından sıyrıldı. Lise talebesi iken ilk cemiyetini kurdu: ‘Haramlara Karşı Mücadele Cemiyeti.’ Henüz üniversite talebesi iken, olaylara sessiz kalan ulemanın tavrına tepki gösterdi. Hocalarını örgütleyip sokağa döktü.

Önce camileri dolaştı. İnsanlara, tarihi şereflerle dolu bir ümmetin böyle olmaması gerektiğini, dinlerini yüzüstü bırakamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Camilerde Allah’ın dinini anlattı. Dinletemedi. Camisinde garip bir İslam’a ağlamak yerine çareler üretti. Olmaz sanılanları olur hâle getirdi. Ne yazık ki ümmetin fotoğrafı içler acısıydı. Bir taraftan hurafe ve bid’atler, diğer taraftan da bütün olup bitenlere rağmen parça parça olmuş düşünceler, ayrılıklar… Gemisini kurtaran kaptanlaşıyor…

Baktı ki dediğini anlayan yok, kendisine yeni bir yol belirledi. Yaşadığı yerdeki kahvehaneleri çalışma merkezi yaptı. İsmailiye’de üç kahvehaneyi kendisine merkez seçti. Her hafta üç kahvehanede sırayla dersler yaptı. Köyleri dolaştı. Mescitleri gezdi. Sırtında on dört asırlık tarihi ile bir ümmeti yüklenmiş olarak yola koyuldu.

Yıl: 1928, Mart Ayı

Konuştuğu kahvehanelerde onu dinleyenlerden altı kişi, bir akşam onun evinde toplandı. Artık konuşmalarını dinledikleri Diri’den etkilenmişler, ne yapmaları gerektiğini sormaya gelmişlerdi. O akşam orada, İslam Davası için yaşamaya ve ölmeye yemin ederek sözleştiler. Sermaye olarak ortaya ilk önce ruhlarını ve ailelerinin o günkü ekmek paralarını koydular.

İçlerinden biri:

“Teşkilatımızın adı ne olacak?” dedi. Hasan el Benna:

“Biz İslam’a hizmet için yola çıkmış kardeşleriz. Adımız da ‘İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)’ olsun.” dedi.

Böylece 22 yaşında ‘Müslüman Kardeşler’ örgütünü kurmuş oldu.

Yedi yâren yola koyuldu. Ashab-ı kehf mağaraya çekilmişti. Bunlar ise mağaradan meydanlara çıktılar.

Mezarlıktaki Ölüleri Uyandırmaya Başladılar

Onlar Allah’a güvenip çalıştılar. Allah sözlerine bereket verdi. Müslümanları asil kimliklerine çağırdılar. Hurafelerden arınmaya, yeniden bir İslam kardeşliği kurmaya davet ettiler.

Kısa bir zamanda ‘İhvan-ı Müslimin’ büyüdü. Yahudilere karşı cihadı teşvik etti. Filistin meselesini İslam’ın meselesi olarak gündeme getirdi. Filistin’de savaşacak birlikler oluşturup cepheye gönderdi. Bir tanesinin başında da kendisi bulundu. Mısır’ı kemiren İngilizlere karşı ayaklanma başlattı. Mısır çapında okullar, camiler, fabrikalar yapılmasına vesile oldu. Medrese açtırdı. Mitingler yaptı. Binler, on binler derken büyük bir kitleyi uyandırdı.

Kadınların şuurlanması ile özellikle ilgilendi. ‘Müslüman Kadınlar’ örgütünü kurdu.

Onun En Çok Bilinen Parolası

“İşlerimiz vaktimizden çoktur!”

Hiç ümitsiz olmadı. Pek nazik ve tatlı dilli oldu. Çaresizliği asla kabullenmedi. Allah’a itimadını sarsmadı. Olaylardan ve düşmanlardan daha büyük gördü kendisini.

Namaz vakti, en büyük iş olarak namazı gördü. Davet zamanı da daveti en büyük eylem gördü. İşleri arasında sürtüşme olmadı. Din ve dünya, iş ve ibadet, aile ve cemaat arasında mükemmel bir denge kurdu. Çevresindekilere örnek oldu. Bıkmadı, usanmadı. Azmi dağlar gibiydi.

Etrafında onun sözlerini dinleyenlere nasihat ederken şöyle derdi:

“İşlerimiz vaktimizden çoktur!”

Taşları Yerinden Oynattı, Oyunu Bozdu



1948’de Yahudilere karşı cihattan söz edince İhvan-ı Müslimin yasa dışı ilan edildi ve kapatıldı. İngilizler onu kara listeye aldılar. Faaliyetlerine ‘Müslüman Gençler’ adıyla devam etti. O ve beraberindekiler, büyük bir sindirmeye maruz kaldılar. Sevenleri grup grup tutuklandı. Bir konuşmasında dedi ki: “Bu gece rüyamda Ömer radıyallahu anh’ı gördüm. Bana, “Hasan öldürüleceksin.” dedi. Ben de kalktım, sabaha kadar teheccüt kıldım.”

1949 yılının Şubat ayında özel aracına el kondu. Ruhsatlı silahı alındı. Yanında korumalığını yapan iki öz kardeşi tutuklandı. Çevresindekiler, araçlarla bilinmeyen yerlere götürüldü. 12 Şubat günü bir konferansından çıkarken silahlı saldırıya uğradı. Olay yerinde ölmedi. Hastaneye kaldırıldı. Polis hastaneye müdahale etti, tedavi görmesini engelledi. Orada ruhunu teslim etti.

Mezarlıktaki Diri’nin İlginç Cenazesi

Hasan el Benna’nın şehadetinden sonra Kahire’de camiler kapatıldı, erkekler tutuklandı. Sokaklarda sadece polis ve askerler kaldı.

Babası doksan yaşında idi.

Cenazesi evine getirildi. Cenazesini mezarlığa kadar götürecek erkek bulunamadığı için kız kardeşleri ve hanımı tarafından mezarlığa götürüldü. Namazını sadece kadınlar ve babası kıldı. Mezara da onlar indirdi.

Tarihte görülüp görülmediği bilinmez bir bedel ödedi. Uyutulmuş bir ümmeti uyandırmanın bedelini ödedi.

Ödediği bedele de değdi.

Bir ekol oldu.

Umut oldu.

Örnek oldu.

Onun ardından bütün İslam topraklarında art arda hareketler başladı.

Mezarlık dirilerle doldu.

Vücudu öldü, adı ebedîleşti.

Allah ondan razı olsun. Ona rahmet etsin.

Şehit İmamın On Çalışma Prensibi

1- Birlik en büyük hedeftir. Kalpler arasındaki bağ güçlü olsun, tek söz üzerine birleşilsin.

2- ‘Lailahe illellah’ diyen herkes tevhit çatısı altında beraberimizdedir.

3- Kusuru nefsinde ara, muhalif hakkında iyi şeyler düşün.

4- Tepki verirken bile ahlâkı göz ardı etme.

5- Tartışma ve kibir yok.

6- Bir meselede doğru, birden fazla olabilir.

7- İttifak edilen şeylerde yardımlaş, farklı düşüncelere saygılı ol.

8- Ortak düşmanı ön planda tut.

9- İş ve üretim ufkunu aç. Her kardeş, -özel hayatındaki işlerine ilave olarak- her gün bir miktar Kur’an okumalı, yatmadan önce nefsini muhasebe etmelidir.

10- Yanlış yoldakilere üzülürüz; üzerine çullanıp teşhir etmeyiz.

Yadigâr Kalan Sözlerinden

Allah gayemiz,
Peygamber aleyhisselam önderimiz,
Kur’an yasamız,
Cihat yolumuz,
Allah yolunda ölüm en büyük hedefimiz…



İslam; kulluk ve liderlik, din ve devlet, ruhanilik, iş ve namaz, cihat ve itaat, Mushaf ve kılıçtır. Bunlar birbirinden ayrılmaz.



Önce güçlü bedeni, sağlam ahlâkı, derin tefekkürü olan, çalışmaya ve kazanmaya muktedir, akidesi pürüzsüz, ibadetine düşkün, nefsi ile mücahede edebilen, vaktine titiz, işleri düzenli, başkalarına, toplum ve devletine yararlı Müslüman yetiştireceğiz.

Sonra da Müslüman ev… Hayatın her alanında, evde ve toplumda İslam ahlâkını koruyabilecek bir ev… İyi bir Müslüman oluşturuldu mu, görevlerine ve çocuk terbiyesine bağlı, başkaları ile iyi geçinebilen, toplumuna faydalı iyi bir eş seçilebilecektir.

Müslüman aile oluşturulursa o ailenin etrafında iyilikleri yayacak, kötülüklere engel olacak bir toplum oluşacaktır.

İyi bir toplum da Allah’ın dinini uygulayacak, hak ve hürriyetleri koruyacak, iş ve aş üretecek bir devlet demektir.

Biz öyle bir ümmetiz ki bizim inanç, anlayış ve iş olarak bu İslam’dan başka onurlu bir çıkışımız yoktur.

İslami bir devletin kurulması, başka türlü bir devletin kurulmasından daha kolaydır. Batılın peşinden koşanlar İslam toprağında batıl bir devlet kurabiliyorlarken, Müslümanlar neden İslam devleti kurmasınlar?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder