Genel kabule göre XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın başları arasında yaşamıştır. Porsuk Suyu’nun Sakarya Irmağı’na döküldüğü Sarıköy’de doğmuş olup, kabri de buradadır. Karaman, Bursa, Bolu, Erzurum, Eğridir, Keçiborlu ve diğer başka yerlerde Yûnus’a ait olduğu söylenen mezarlar yahut makamlar bulunması, milletimizin bu büyük şaire bütünüyle sahip çıkması bakımından önemlidir.
Bugün Türkî Cumhuriyetler olarak bilinen ülkelerde de tanınıp sevildiği ve şiirlerinin çok geniş kitleler tarafından okunduğu bilinmektedir. Araştırmacıların belirttiği gibi “Yûnus Emre ayarındaki çok büyük şahsiyetler şu veya bu şehrin ve bölgenin değil, bütün Türkiye’nin, hatta bütün Türk dünyasının malıdır. Yattıkları yer ise, bütünüyle Türk milletinin kalbidir.”
Yûnus, asırlar boyunca dillerden düşmeyen şiirlerini eski Anadolu Türkçesi ile yazmış olup onun “Divân”ından başka “Risâlet-ün Nushiyye” adlı mesnevî tarzında didaktik bir eseri daha vardır. Divân’ında üç yüz kadar şiir bulunmasına rağmen kendisine atfedilen şiirlerin sayısı bini aşmaktadır. Bunun sebebi Yûnus isimli başka şairlerin de bulunması ve Yûnus Emre tarzına yakın şiirler söylemiş olmalarıdır. Nitekim çoğumuzun ezbere bildiği ve Yûnus Emre’ye ait olduğunu sandığımız birçok şiir başka Yûnuslara aittir.
Yûnus Emre’nin Hak dostu bir halk şairi olduğunu biliyoruz. Ancak o, daha sonra âşık adını alacak olan ve sazıyla şiir söyleyen bir ozan değildir. Hiç bir tarikat veya zümreye mensup olmadığı ve herhangi bir zümre veya tarikatın propagandasını yapmadığı bilinmektedir. Bazı kaynaklarda onun Bektaşi olarak gösterilmesi ise, -şiirlerinden de anlaşıldığı gibi- doğru değildir. O, batınî itikatlara rağbet etmeyerek, tasavvufa ait incelikleri şeriat ve tarikat birliği içinde ve gerçekten yüksek bir söyleyişle şiirleştirmiş, kendisinden önce gelen Ahmet Yesevî’nin hikmetlerine benzer ilahîler söylemiştir. Yûnus Emre’nin halk dehâsının mihrakı ve muhassalası olduğunu bildiren araştırmacılar, bilhassa ölüm temasını işleyen şiirlerindeki erişilmez güzelliğe dikkat çekmektedirler. Gerçekten onun şiirlerinde dünya, fânilik, tabiat, aşk, sosyal öğütler ve dervişlik gibi temalar yanında ölüm teması da mükemmel bir lirizm içinde sunulmaktadır.
Yûnus Emre’nin hayatına dair tarihî malumatımızın yetersizliğine rağmen onun halkımızın muhayyilesinde şekillenen ve asırlar boyunca bir efsane biçiminde nakledilen renkli bir hayat hikâyesi vardır. Rivayetlere göre o, Tabduk Emre dergâhına erenlerin büyüklerinden Hacı Bektaş Velî tarafından gönderilmiş, burada 30-40 sene hizmet ederek kendini yetiştirmiştir. Dergâha yıllarca odun taşıdığı halde hiçbir eğri dal getirmemeye çalışmış bunun sebebini soranlara ise: “Erenler meydanına eğri yakışmaz!” diye cevap vermiştir. Yine rivayetlere göre o, şeyhi Tabduk Emre’nin kızı ile de evlenmiş, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde dolaşarak insanlara ilim ve hikmet deryalarından inciler saçmıştır.
Yunûs’un, Selçukluların son dönemi ve Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluş yıllarında yaşadığı ve tahsilinin bir kısmını Konya’da yaptığı da anlatılmakta ve bu sebeple döneminin büyük şair ve mutasavvıflarından Mevlâna Celâleddin-i Rumi ile görüşüp konuştuğu ihtimalinden bahsedilmektedir. Hatta şiirlerini bilen Mevlâna’nın, bir seferinde: “İlahî menzillerden hangisine vardı isem bir Türkmen kocasının (Yûnus Emre’nin) izini önümde buldum ve onu geçemedim.” dediği rivayet edilmiştir.
Yûnus’un ümmî (okuryazar olmayan) bir şair olduğuna dair görüşler var ise de şiirlerinden iyi bir medrese tahsili gördüğü, Arapça ve Farsçaya vakıf olduğu ve şer’î ilimlerde olduğu kadar tasavvufî ilimlerde de hayli ileri gittiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde terennüm ettiği ilâhi aşkı, İslâmî ölçülere, yani şer’î kaidelere uygun olarak dile getirmeye gayret etmiş; zahirî ilimlere uymadan ve şer’in belirttiği ibadetleri yerine getirmeden tasavvufta merhale kat edilemeyeceğini seslendirmiştir.
İslâmî Türk Edebiyatı içinde müstesna bir yeri bulunan şairimiz, şiirlerini aruz vezniyle ve çoğu zaman da milli veznimiz sayılan hece ile yazmış ve söylemiştir. İlahî tarzını benimsemiş olması, halkın bu şiirleri kolayca ezberlemesini ve tekkelerde okunmasını sağlamıştır. Şiirlerinin pek çoğu bestelenmiş olup zevkle dinlenmektedir. Divân’ının tenkitli metinleri neşredilmiş, kendisine ait olmayan şiirler ayıklanmış ve nüshalar arasındaki bazı farklılıklara rağmen Yûnus’un şiirleri topluca sunulmuştur.
Yûnus Emre daha çok yerleşik düzeni olmayan, aşağı ve yukarı illeri dolaşan gezginci bir derviş şâirdir. Tabiatla iç içe, hatta hayvanlarla dostluk kuran bir garip Hakk dostudur. Halka metalarını saçarken bile gönlü kirlenmişlikten uzak, saf ve doğal olandadır. Mezarlarda gezer ve oradaki ölülerle konuşur; insanlara ölümü ve ahireti anlatır. Gözü yaşlı, bağrı başlı bir insandır. Yufka yürekli, sevecen, zarif ve olgun tavırlıdır. Hep bağışlayan, hep affeden, hep iyilikler görmek isteyen bir mümindir. Yaratılmışları yaratan aşkı ile kucaklamak ister. Yüce Allah’a olan sevgi ve bağlılığı bütün vücudunu yakıp kavurmuş gibidir. Kibir, gurur, haset ve mal biriktirme sevgisini gönlünden çıkarıp atmış, sade ve samimi bir derviş olmayı cihanın sultanlığına tercih etmiştir. İnsana, tabiata ve bütün çevresine karşı sonsuz bir şefkat içindedir. En büyük arzusu aşk bahrinde bir damla olabilmektir. Dudaklarından ilahî bir ilhamla dökülen mısralarında tasannû, yani sanat gösterme kaygısı yoktur. Son derece içten ve son derece kolay söylemektedir. Hem aruz hem hece vezni ile şiirler yazmış, bunlar da kısa bir zamanda bütün milletin gönlünde yer etmiştir.
Yaşadığı dönemin zorluklarına, kargaşa ve büyük sıkıntılarına rağmen o, her şeyin Hak’tan gelip Hak’ka gittiğini; suların durulacağını, önemli olanın ebedî hayata kavuşabilmek için dünyaya hayrın ekinlerini saçmak olduğunu anlatmıştır. Kuru ve didaktik öğütler yerine lirik ve coşkun bir söyleyişle İslâm’ı tebliğ etmeye çalışmıştır. Yüreğindeki insan sevgisi bazılarının iddia ettiği gibi hümanist bir ideolojiden değil bilakis İslâm’ın ana kaynakları olan Kur’an ve Hadis’ten beslenmektedir.
Yûnus Emre’yi hakkıyla tanıyabilmek için muhakkak ki eserlerini tanımak ve şiirlerindeki derin manâlara nüfuz etmek gerekir.
Makale: Ahmet Efe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder