14 Haziran 2017 Çarşamba

KALEMDEN MEDENİYETE

“Hüsn-i Hat” kelime olarak “Güzel Yazı” manası­na gelmektedir. Terim olarak ise, Arap harfleriyle (Kur’ân harfleriyle) estetik kurallara bağlı kalarak ölçülü ve güzel yazı yazma sanatıdır. Sanatkârına ise “Hattat” denilmektedir.

Arap yazısı, aslı Fenike alfabesine dayanan Naba­ti yazısından doğmuş ve gelişmiştir. İslâm öncesi Arap yazısı başlangıçta noktasız, harekesiz, ipti­dai bir yazıdır. İslâm’ın doğuşu ile birlikte Kur’ân’ın yazılması, okunması, muhafazası ve yayılması konusunda ortaya çıkan zaruret, yazının önemini artırmıştır.

Hicri I. ve II. yüzyıllarda yazı imlâ yö­nünden gelişirken estetik yönü ile de gelişmiş sa­nat yazısı seviyesine ulaşmıştır. Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kâtibine “Hokkaya lika koy, kalemi eğri kes, Besmele’nin bâ’sını dik yaz, sin har­finin dişlerini, mim’in gözünü açık, İsm-i Celâl’i güzel yazmaya gayret et, Rahman’da kalemin mürekkebi­ni yenile, nun’un çanağını uzat, Rahîmi’de güzel yaz.” buyurmak suretiyle estetik kaideleri ilk olarak be­yan ederek yazının güzel sanatlar seviyesine yük­selmesinde Müslümanlara yol göstermiştir.

“Güzel şeyler güzel kaplara konur.” anlayışında olan Müslümanlar, Yüce Kur’ân’ı en güzel şekilde yazabilmeyi kendilerine ulvî bir gaye edinmişler ve Kur’ân’ın yazılacağı yazının bediî hususiyetler kazanarak mükemmel hale gelmesi için titizlikle, gayretle ve aşkla çalışmayı kendilerine bir borç bilmişlerdir. İslâm’ın farklı coğrafyalarda yaşayan uluslarca kabul edilmesi ile beraber Arap yazısı İs­lâm ümmetinin ortak yazısı olmuş ve artık diğer milletler de bu yazıyı güzel hat ile yazmaya çalış­mışlardır.

Emevi ve Abbasîler devrinde ekonomide yaşanan yükselişin medeni hayata da yansıması ilim ve sanat hayatında önemli gelişmelere kapı açmış, şehirlerde görülen imâr çalışmalarının yanı sıra Mushaf yazımı, telif tercüme faaliyetleri de art­mıştır. Abbasiler zamanı Hat sanatında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Abbasi veziri olan İbn Mukle (ö.328/940) isimli sanatkâr mev­zun hatlar arasında karakter ve özellikleri birbirine yakın olan harf şekillerini sınıflandırarak belli öl­çülere bağlamıştır. Bu esasa göre noktayı harfle­rin boyu, elifi dik harflerin boyu, daireyi ise çanak şeklindeki harflerin genişliği için standart bir ölçü olarak belirlemiştir. Böylelikle mensûb hatların (aklâm-ı sittenin) teşekkülünde büyük bir reform yapmıştır.

İbn Mukle’den bir yüzyıl sonra gelen ve ikinci bü­yük hat üstadı olan İbn’ül Bevvab (ö.413/1022) bu altı çeşit yazıyı (sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevkiî ve rikaa’) geliştirerek üslûbunu güzelleştir­miştir. Bu ekol Amasyalı bir Türk olduğu kabul edi­len Yakut el-Mustasımî (ö.698/1298) elinde kesin ölçü ve kuralları belirginleşerek güzelleşmiştir.

Yakut’un her bir yazı çeşidine göre kalemin mey­lini yeniden belirlemesi yazıda yaptığı en büyük değişikliktir. Yakut ekolünde bilhassa Muhakkak ve Reyhanî yazılar klasik form ve estetiğine ulaş­mıştır. İslâm dünyasında hattatlarca benimsenip ideal örnek olarak alınmıştır.

Bir ilim ve kültür merkezi olan Bağdat, Abbasi Devleti’nin yıkılışı ve Yakut’un ölümünden sonra bir sanat merkezi olma cazibesini yitirmiş, bu hü­viyetini Kâhire’ye, daha sonra ise İstanbul’a teslim etmiştir.

Osmanlı dinî ve millî hislerle yaşamın her safhası­na yaydığı sanat ve estetik zevkini yazı sanatına da yansıtmış, bu sanata ve sanatkârlarına ise ayrı bir önem vermiştir. II. Bayezid, hocası ünlü Hat­tat Şeyh Hamdullah’a (1429-1520) saray hazine­sindeki Yakut’un seçkin yazılarını vererek bunları tetkik etmesini ve Osmanlılara has bir yazı üslu­bu geliştirmesini istemiştir. Şeyh Hamdullah, Ya­kut’un bilhassa sülüs ve nesih yazı çeşitlerindeki en güzel harf ve kelimelerini seçerek Aklâm-ı sit­te’de kendi adıyla anılan Osmanlı ekolünün teme­lini atmıştır. Onu takiben gelen Ahmed Karahisâri ve Hafız Osman Efendi ise Hüsn-i Hat’ta bir çığır açmıştır.

Osmanlı Hat Sanatında harflerin ölçülü ve ahenkli olması kalem muvazenesi harf ve kelimelerin sa­tırda dizilişi, duruşu güzel yazı hususiyetlerinin unsurlarını oluşturur. Bu unsurları Celî yazıda ba­şarı ile uygulayan II. Mahmud’un Hat hocası Mus­tafa Rakım Efendi (1758-1826) padişah tuğrala­rında da önemli bir reform yapmıştır. Osmanlı’nın Hat Sanatında yaptığı devrim niteliğinde yenilikler “Kur’an Mekke’de nâzil oldu, Mısır’da okundu, İs­tanbul’da yazıldı.” sözü ile de Osmanlının elinde bir sanat vasfı kazanması hususunu adeta perçin­lemiştir.

Hâsılı İslâm’ın doğuşu ile dini bir kimliğe bürünen Arap hattı yüzyıllar süren bu tarihi seyri içerisinde köklü gelişim ve değişimler geçirerek sanat sevi­yesine yükselmiş ve en mükemmel hale gelmiştir. Hüsn-i Hat ister bir Mushaf kitâbeti, hadis mecmu­ası, enam-ı şerif, cüzde olsun; ister mescid, camî, sebil veya bir hanın duvarlarını süslesin yahut serin servilerin gölgesi altında yatan ecdadımızın mezar taşlarını bir sanat eserine dönüştürmüş olsun, nereye dönersek dönüp bakalım bizlerin derûnuna işlemeye, derin izler bırakmaya mânâ yüklü hüviyetiyle mazimizden âtiye doğru bizlere yol göstermeye, ışık tutmaya devam edecektir.


SANAT: ÜMMÜHAN GÜNER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder