Arap yazısı, aslı Fenike alfabesine dayanan Nabati yazısından doğmuş ve gelişmiştir. İslâm öncesi Arap yazısı başlangıçta noktasız, harekesiz, iptidai bir yazıdır. İslâm’ın doğuşu ile birlikte Kur’ân’ın yazılması, okunması, muhafazası ve yayılması konusunda ortaya çıkan zaruret, yazının önemini artırmıştır.
Hicri I. ve II. yüzyıllarda yazı imlâ yönünden gelişirken estetik yönü ile de gelişmiş sanat yazısı seviyesine ulaşmıştır. Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kâtibine “Hokkaya lika koy, kalemi eğri kes, Besmele’nin bâ’sını dik yaz, sin harfinin dişlerini, mim’in gözünü açık, İsm-i Celâl’i güzel yazmaya gayret et, Rahman’da kalemin mürekkebini yenile, nun’un çanağını uzat, Rahîmi’de güzel yaz.” buyurmak suretiyle estetik kaideleri ilk olarak beyan ederek yazının güzel sanatlar seviyesine yükselmesinde Müslümanlara yol göstermiştir.
“Güzel şeyler güzel kaplara konur.” anlayışında olan Müslümanlar, Yüce Kur’ân’ı en güzel şekilde yazabilmeyi kendilerine ulvî bir gaye edinmişler ve Kur’ân’ın yazılacağı yazının bediî hususiyetler kazanarak mükemmel hale gelmesi için titizlikle, gayretle ve aşkla çalışmayı kendilerine bir borç bilmişlerdir. İslâm’ın farklı coğrafyalarda yaşayan uluslarca kabul edilmesi ile beraber Arap yazısı İslâm ümmetinin ortak yazısı olmuş ve artık diğer milletler de bu yazıyı güzel hat ile yazmaya çalışmışlardır.
Emevi ve Abbasîler devrinde ekonomide yaşanan yükselişin medeni hayata da yansıması ilim ve sanat hayatında önemli gelişmelere kapı açmış, şehirlerde görülen imâr çalışmalarının yanı sıra Mushaf yazımı, telif tercüme faaliyetleri de artmıştır. Abbasiler zamanı Hat sanatında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Abbasi veziri olan İbn Mukle (ö.328/940) isimli sanatkâr mevzun hatlar arasında karakter ve özellikleri birbirine yakın olan harf şekillerini sınıflandırarak belli ölçülere bağlamıştır. Bu esasa göre noktayı harflerin boyu, elifi dik harflerin boyu, daireyi ise çanak şeklindeki harflerin genişliği için standart bir ölçü olarak belirlemiştir. Böylelikle mensûb hatların (aklâm-ı sittenin) teşekkülünde büyük bir reform yapmıştır.
İbn Mukle’den bir yüzyıl sonra gelen ve ikinci büyük hat üstadı olan İbn’ül Bevvab (ö.413/1022) bu altı çeşit yazıyı (sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevkiî ve rikaa’) geliştirerek üslûbunu güzelleştirmiştir. Bu ekol Amasyalı bir Türk olduğu kabul edilen Yakut el-Mustasımî (ö.698/1298) elinde kesin ölçü ve kuralları belirginleşerek güzelleşmiştir.
Yakut’un her bir yazı çeşidine göre kalemin meylini yeniden belirlemesi yazıda yaptığı en büyük değişikliktir. Yakut ekolünde bilhassa Muhakkak ve Reyhanî yazılar klasik form ve estetiğine ulaşmıştır. İslâm dünyasında hattatlarca benimsenip ideal örnek olarak alınmıştır.
Bir ilim ve kültür merkezi olan Bağdat, Abbasi Devleti’nin yıkılışı ve Yakut’un ölümünden sonra bir sanat merkezi olma cazibesini yitirmiş, bu hüviyetini Kâhire’ye, daha sonra ise İstanbul’a teslim etmiştir.
Osmanlı dinî ve millî hislerle yaşamın her safhasına yaydığı sanat ve estetik zevkini yazı sanatına da yansıtmış, bu sanata ve sanatkârlarına ise ayrı bir önem vermiştir. II. Bayezid, hocası ünlü Hattat Şeyh Hamdullah’a (1429-1520) saray hazinesindeki Yakut’un seçkin yazılarını vererek bunları tetkik etmesini ve Osmanlılara has bir yazı üslubu geliştirmesini istemiştir. Şeyh Hamdullah, Yakut’un bilhassa sülüs ve nesih yazı çeşitlerindeki en güzel harf ve kelimelerini seçerek Aklâm-ı sitte’de kendi adıyla anılan Osmanlı ekolünün temelini atmıştır. Onu takiben gelen Ahmed Karahisâri ve Hafız Osman Efendi ise Hüsn-i Hat’ta bir çığır açmıştır.
Osmanlı Hat Sanatında harflerin ölçülü ve ahenkli olması kalem muvazenesi harf ve kelimelerin satırda dizilişi, duruşu güzel yazı hususiyetlerinin unsurlarını oluşturur. Bu unsurları Celî yazıda başarı ile uygulayan II. Mahmud’un Hat hocası Mustafa Rakım Efendi (1758-1826) padişah tuğralarında da önemli bir reform yapmıştır. Osmanlı’nın Hat Sanatında yaptığı devrim niteliğinde yenilikler “Kur’an Mekke’de nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü ile de Osmanlının elinde bir sanat vasfı kazanması hususunu adeta perçinlemiştir.
Hâsılı İslâm’ın doğuşu ile dini bir kimliğe bürünen Arap hattı yüzyıllar süren bu tarihi seyri içerisinde köklü gelişim ve değişimler geçirerek sanat seviyesine yükselmiş ve en mükemmel hale gelmiştir. Hüsn-i Hat ister bir Mushaf kitâbeti, hadis mecmuası, enam-ı şerif, cüzde olsun; ister mescid, camî, sebil veya bir hanın duvarlarını süslesin yahut serin servilerin gölgesi altında yatan ecdadımızın mezar taşlarını bir sanat eserine dönüştürmüş olsun, nereye dönersek dönüp bakalım bizlerin derûnuna işlemeye, derin izler bırakmaya mânâ yüklü hüviyetiyle mazimizden âtiye doğru bizlere yol göstermeye, ışık tutmaya devam edecektir.
SANAT: ÜMMÜHAN GÜNER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder