Bereketli Şam toprağında doğdu, yeşerdi. Hararetli Kinane toprağında (Mısır) sulandı, olgunlaştı... Ve sonunda Kudüs topraklarını kanıyla sulayarak, o toprakların bereketine bereket katarak direnişin sembolü haline geldi…
O, modern insanın aşındırdığı yollara hiç uğramadı bile. Onun için hiç öyle bir hayat sahnesi olmadı. Lüksiyat, sefahat ve konfor nedir bilmedi. O, hayatını dolu dolu yaşadı; fakirlik, eza, cefa, direniş ve sıkıntılarla yaşayarak pişti ve olgunlaştı.
Önce ilim için düştü yollara... Mısır’da el-Ezher’de okudu. İslam’ı özünden, aslî kaynaklarından öğrendi. Öğrendiği gerçekleri adeta kılcal damarlarına kadar özümseyerek yaşamaya çalıştı hayatı boyunca. Nefsinin hoşuna gitmese de bildiği ve inandığı doğrulardan asla taviz vermedi, en kritik anlarda bile…
İslam âlemini çepeçevre kuşatan cehalet, fakirlik ve işgallere karşı kendi imkânları ölçüsünde Müslüman halkı uyardı. Devamlı olarak “Bir toplum kendi nefislerindekini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” “İzzet ancak ve ancak Allah’ın, Resulünün ve mü’minlerindir.” mealindeki ayetleri haykırdı topluma…
Şeyh İzzeddin el-Kassam önce yerli işgalci ağalara, sonra yabancı işgalcilere; Fransızlara karşı derken en son İngilizlere ve Siyonist Yahudilere karşı ayaklandı, Hakk’ı haykırdı, direndi zalimlere. Hiç beklenmedik bir zamanda Filistin direnişinde bir çığır açtı. İnandığı kutlu yolda kendini feda ederek direnişin öncüsü oldu arkadan gelen nesle...
Şeyh İzzeddin el-Kassam'ın direnişte açtığı çığır kadar, direnişte takip ettiği metot, denge de dikkat çekicidir. Bu gün onun bıraktığı miras üzere yetişen kahramanlarla İslam adına cinayet işleyenleri gördükçe el-Kassam'ın değeri gözümüzde kat kat artmaktadır.
İngilizlere ve Siyonistlere karşı İzzeddin el-Kassam’la beraber girdiği bir çatışmayı anlatan Arabî el-Bedevî adındaki bir yiğit şöyle anlatır: “Ben çatışma esnasında bir ara kendimden geçerek ayağa kalktım ve işgalcilere o şekilde ateş etmeye başladım. Düşman kuvvetleriyle aramızda yaklaşık elli metre vardı. Yani kendimi göz göre göre tehlikeye atıyordum. Şeyh beni bu şekilde görünce var gücüyle: ‘Yere, sipere yat! Eğer bu şekilde ölürsen şehit olmazsın!...’ diye bağırdı.”
Yine el-Bedevî anlatıyor: “Şeyh, kesinlikle Müslüman Arap polisleri hedef almamızı doğru bulmuyor, silahlarımızı İngilizlere ve Yahudilere çevirmemizi emrediyordu. Çünkü o polisler kandırılıp yanıltılarak oraya getirilmişti. Onlar yol kesen eşkıyalarla çatıştıklarını zannediyorlardı. Şeyh, bir masumu -yanlışlıkla dahi olsa- öldürmenin sorumluluğunun çok büyük olduğunu vurguluyordu.”
“Bu dünyada unutulup gitmek istemiyorsan, okunacak bir kitap veya yazılacak bir iş yap” demişler.
İzzeddin el-Kassam, belki okunacak (yani çok önemli) bir kitap yazmamış fakat Filistin davasını zirveye, teoriden pratiğe taşıyarak, yazılacak çok önemli bir iş yapmış ve dolaysıyla unutulmamıştır. Tabii ki o, bütün bu yaptıklarını unutulmamak için değil! Bilakis inancı ve davası uğruna yapmıştır.
Onun adı anıldığında, Filistin davası ve Filistin’in yiğit evladı akla gelir. Çünkü o, Filistin davasıyla özdeş, etle tırnak gibi olmuş ve Filistin tarihine damgasını vurmuştur.
Ondan bahsedildiğinde, Allah’ın dinini eğip bükmeyen, bir takım kaçamak teviller yapmayan, dünyasını ahiretine tercih etmeyen ve davası uğrunda şehit olan örnek ve önder bir âlim akla gelir. O, İslam’ı bir bütün olarak ele almış; ilim, amel, takva ve cihadı bünyesinde toplamış, İslam’ın yetiştirdiği ender şahsiyetlerdendir.
Belki de onun en belirgin özelliği; Arapların dediği gibi “Raculun Isamî la Izamî” oluşudur, yani onun elde ettiği konum, dededen, babadan ya da hocadan miras kalmamıştır. O, bu başarıyı sıfırdan başlayarak adeta dişiyle-tırnağıyla çalışarak elde etmiş ve dost-düşman herkesin gıpta ettiği bir direniş ortaya koymuştur.
Kazanamayacağın bir savaşı neden sürdürüyorsun diyenlere el-Kassam, “Mühim olan illa da bu savaşı bizim kazanmamız değildir. Asıl mühim olan bizim ümmete ve gelecek nesillere iyi bir ders vermemiz, onlarda Cihat ruhunu diriltmemizdir.” diyordu.
İzzeddin el-Kassam 20.11.1935 tarihinde ingilizlerle yahudilerin bir baskını üzerine çıkan çatışmada şehit olmuştur. O şehit olduğunda cebinde sadece bir ‘Mushaf ve on dört Cüneyh para’ bulunmuştu.
En şedit düşmanı zamanın İsrail başbakanı David Ben Gurion dahi onun bu başarısını itiraf etmek zorunda kalmıştır. Gurion, İzzeddin el-Kassam’ın şahadeti üzerine şöyle der: “Araplar, ilk defa bir insanın fikri uğruna hayatını verebileceğini göstermiştir. Bu şüphesiz Arap gençliği ve kitleleri için çok önemli ve öğretici bir faktör olacaktır.”
İzzeddin el-Kassam, Arap-İslam Dünyasında yakından tanınmasına ve hakkında onlarca kitap yazılmış olmasına rağmen, Türkiye’de pek tanınmamakta, hayatı ve mücadelesine dair yeterli çalışma bulunmamaktadır. Günümüz Müslümanlarının, İzzeddin el-Kassam’ın hayatı ve mücadelesinden almaları gereken çok şey olduğuna inanıyor, onu daha çok tanıtıcı çalışmaların yapılacağını ümit ediyoruz.
Şahadetinin 82. yılında onu rahmetle ve saygıyla anıyoruz...
Makale: Ali Rıza Akgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder