12 Mart 2017 Pazar

ŞAİRİN ÖYKÜSÜ

Şiir, medeniyetin dilidir.

Ben oldum olası söyleyemesem de Cahit Zarifoğlu ile aramda inceden inceye, gizliden gizliye bir yol bulurum. En basit ifadesiyle, O’da şair ben de, O da Akdeniz havzasından bende, Onunda üç kızı bir oğlu var, benim de. O’da artist bende. (Torunum Bahadır Selim, henüz iki buçuk yaşında öyle diyor “Artist Dede” diyor” birazda ondan cesaret alarak ifade ettim bu noktayı. Aslında o da yakışıklı bende demek istiyorum. Bunlar söylenebilecek şeyler midir aramızdaki ünsiyet açısından, böyle bir ironi oluşturabilirim elbette. Bu ifadelerim için de affımı istirham eylerim. Bu beni mutlu eder. Kimin ya da kimlerin ne diyeceği, nasıl yorumlayacağı pek umumda da değil açıkçası. Kişinin kendisini ne, nasıl ve nerede hissettiğinin önemli olduğunu ifade ediyorum. Neyi, neden, nasıl ve niçin yaptığını bildikten sonra söylenilenlerin pek de bir önemi kalmıyor.

Cahit Abi’nin tarz ve tavrının da fazlasıyla bende mevcut olduğunu da söylemem gerekli. Sıcak, ilgili, yakın, görünen ve kaybolan. Her daim önde düşünülen genellikle arkayı tercih ederek bir “derviş hüneri” sergileyen, planlayıcı, motive edici, görevlendirici bir kolektif aksiyoner adam fotoğrafı var, fazlasıyla öyle. Beni tanıyanlar da bilirler neler yapıp yapamayacağımızla ilgili. Protokolü hiç sevmedim, şartlar yine de önde durmamı mecbur eyledi. Fotoğrafta artist, duruşu aktör, tepeden tırnağa bir şair edasıyla dur durak bilmeyen bir gezgin adam. Dünyayı bir uçtan bir uca –bir bakıma otostopla- gidebilecek bir yüreğe sahiptir şairimiz. Bu cesaret bende yoktur örneğin. Bu girizgâhtan sonra aramdaki ülfetten kaynaklı Ağabey tabiri yerine, ya soyadını ya da ismiyle birlikte ifade edeceğimi de belirtmiş olayım. Arada sırada kaçırırsam eğer hoş görülmemi istirham ederim.

Cahit Zarifoğlu’nu yazarken böyle bir ünsiyetin de önemli olduğunu ifade etmeliyim. İlk Mavera’da saatlerce bekledikten sonra hiç görmeden yalnızca gölgesinden tanıdığım ve göz göze geldiğimizde koşar adımlarla canım kardeşim hoş geldin diyerek beni sıkıca kucaklayışı yok mu? Benimde tarzım ve tavrım öyledir. Kapımdan girenler öyle gördüler. Kişiliklerin örtüşmesinden daha tabii ne olabilir ki?

Şairimiz, yerinde duramayan bir aksiyon adamıdır. Düş gören ve düşlerini mutlaka takip eden biri. Aklına koyduğunu yapabilecek cesarete sahip. Yola çıktığında asla geri dönmeyi düşünmeyen idealist bir lider. Tevazunun insana en çok yakışan olduğunu bilerek dervişliği elbiselerinin altında gizleyen çağdaş bir hikâyeci, romancı. Gönül adamı, abi, çok yakın, insicamlı, nezaket sahibi, dilde, düşüncede usta. Artistçe dili istediği gibi kullanabilecek bir zekâ sahibidir. Yürüyüşe çıktığı dostlarını çocukluk yıllarından, liseli ve üniversiteli yıllarından seçerek ahretlik bir inançla birbirlerine sırt veren, kol kanat geren dava adamlılığıyla bu dünyada birlik ve tesanütün, dayanışmanın, başarının örneklerinden birisidir. Birileridir “Yedi Güzel Adam”.

Belki de ayrılan yönümüz onun doğuştan, tepeden tırnağa, bütün doğallığıyla şiir söylüyor, yazıyor olmasıdır. Bendeki farklılık ressam oluşumdur sanırım.

İmdi, besmele ve hamdele ve selam niyetiyle Maraş’tan bir sürgün gibi sürgünlere düşen şairin, ömründeki şiire, idealistliğe, idrake ve koştuğu medeniyet iklimine girişler ve çıkışlar yapalım.

Heybeyi doldurmana bak ey şair!
Gökte yıldız var
Senin gözlerin yıldız
Al beni de yaldızla biraz
Biraz okka biraz kiraz
Bir miktarda şiir yaz


İnsanın başarısı sevdiğine yürüdükçe artıyor. Mavera yolculuğunun şiire olan mahkûmiyetle ilgili olduğu benim kuşağım tarafından malumdur. 80 ihtilali benim hatıralarımın, yazdıklarımın, şiirlerimin, günlüklerimin, mektuplarımın üzerinden geçmemiş olsaydı en azından Cahit Zarifoğlu’na yazdığım ve aldığım cevaplar elimde var olacaktı. Şimdi yoklar. İspatımın mümkünü yok. İhtilal sabahı evin kapısı çalındığında rahmetli babam Ahmet Garip hocam telaşlanır ve polislere Recep, İstanbul’da demesinden sonra bana ait ne kadar dergi, belge ve mektuplar varsa hepsini sobada yakar. Baba endişesi, o dönemin siyasal rejimin inanca, imana, İslam’a olan düşmanlığından ürkerek böyle bir uygulamayı sonraki yıllarda itiraf eder. Bu yalnızca bana ait değil, benim kuşağımın her birisinin hayatında buna benzer olaylar oldukça fazladır. Rejim İslam’a karşıdır. Dine karşı olan rejim, Müslümanların yaşama hakkını elinden alma hakkını da elinde bulundurmuş oluyor.

Liseli yıllarda süren edebiyat okumalarım, edebiyat dergilerinin yollarını da öğreterek liseli bir öğrenci olarak iki tane dergi çıkarmıştım. O yıllarda öğretmenlerimizin hiç birisinin bu çalışmalarımı fark etmemeleri de ayrıca tahlil gerektiriyor. Öğretmen öğrencisiyle ne kadar ilgilidir ki kaliteli cemiyet, toplum kazanılmış olsun?

Sözün özü; insan neyle uğraşırsa o alan önünde genişliyor ve o alanda gelişmeler elde ediyor. Şiire tutunmak, şiirle ömür geçirmek bu uğurda göze alınabilecek en çetrefilli, en dolambaçlı, en engelli, en zorun başarılması uğruna bir mücadelenin eşiğinde durduğumun ne ben farkındaydım liseli yıllarımda, ne de şair adayları. Böyle bir süreçle başlayan edebiyata olan, kitaba olan, okumaya olan dostluk, gayret, kelimeler dünyasında sizin beslenmenizi sağlıyor. Böylece edebiyat öncülerimizle tek tek tanışma, yazışma, bilişme imkânını da elde etmiş oluyoruz.

Şair, romancı, denemeci, hikâyeci, dergici, radyocu, yapımcı, gözükmeyen lider Cahit Zarifoğlu, aynı zamanda bir derviş adam, iyi bir eş, güzel bir babadır. Kasım Arvasi hocamın (kayın pederinin) ifadesiyle Zarifoğlu Ağabeyiniz; “geceleri teheccüde beni de kaldırırdı gençler” diyerek sırlar aralayarak çağın sıkıntılarından, kapitalizmin tuzaklarından kurtuluşun yolunu gösteren bir yıldızdır. Yazı, sorumluluk ister. Şiirde öyle. Tıpkı hayatın kendisi sorumluluktur.

“Yedi Güzel Adam” da kendisini şöyle tanımlar şairimiz;

"-Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman
Kafkas yaylalarında çadırlarımın
Sürülerimin ocak taşlarımın
İzleri vardır / doğup yürümeye başlayınca
Çıplak basmıştım toprağa /
Yine de ana'vâzın duymasam hiç uyanmam
Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü
Ölü gibi kımıldamıyor dedem
Sini belli kendi belli değil
Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu"


Abdurrahman Cahit Zarifoğlu 1940, Ankara doğumlu olsa da aslen Maraşlıdır. - 7 Haziran 1987 yılında Üsküdar Küplüce’de ebedi âleme yolculuğa çıkmıştır. O günden bu güne üzerinde çok konuşulan, yazılıp tartışılan, şiirleri ve Mavera dergi merkezinde “Mavera Gençlik” sevdalısı yiğitleri ayakta tutan bir derviş şairdir. Çocukluğu genel itibariyle Siverek, Maraş ve Ankara’da geçer. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatını bitirdi.

“Diriliş”, “Edebiyat” ve “Mavera” dergilerinde şiirleri, yazıları ve hikâyeleri yayınlandı. Yeni Devir gazetesinde yazdı. Seyyid Kasım Arvasi Hoca efendinin kızı Berat hanımla evlendi, üç kız, bir erkek evladı oldu. Üstat Necip Fazıl Kısakürek nikâh şahididir. Askerliğini Sarıkamış’ta 1973 yılında yaptı. Benim Adana İmam Hatip Lisesi’ni bitirdiğim yıl yani 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılmış, 1975 yılında da vatan görevi sona ermiştir. 1969 yılında Nuri Pakdil ile “Edebiyat” dergisini kuranların içinde, 1976 yılında da “Yedi Güzel Adam’ın şiirinden yola çıkılarak ifade edilen isimlerle “Mavera” dergisini kurmuşlardır. 7 Haziran 1987 tarihinde kanser hastalığından İstanbul'da vefat etmiştir. Üsküdar Beylerbeyi'ndeki Küplüce mezarlığında, kayınpederi Kasım Arvasi hocamızla birliktedir.

O günden bu güne her 7 Haziranda Küplüce’de mezarı başında sevenlerince yâd edilmektedir. Çeşitli şehirlerde, ilçelerde Kültür Merkezlerine ve Okullara şairin ismi verilmiştir.

Eserleri; Şiir – Şiirler, İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller, Korku ve Yakarış.

Hikâye; İnsanlar.

Çocuk hikâyesi; Serçekuş, Katıraslan, Ağaçkakanlar, Yürekdede ile Padişah, Küçük Şehzade, Motorlu Kuş, Kuşların Dili.

Çocuk şiiri; Gülücük, Ağaçokul (Çocuklara Afganistan Şiirleri).

Roman; Savaş Ritimleri, Ana.

Günlük; Yaşamak.

Deneme; Bir Değirmendir Bu Dünya, Zengin Hayaller Peşinde.

Tiyatro; Sütçü İmam.

Cahit Zarifoğlu’nun da içinde yer aldığı İslamcı şiir; Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’la başlamıştır. İslamcı şiir, kendisini ifade edebileceği bir zemin, bir üslup ve bir imge oluşturarak, farklı şiirsel algı ve söyleyişe sahip olmuş Zarifoğlu ile birlikte, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif inan, Alaeddin Özdenören yolu belirginleştirmiştir. Elbette ki isimlerini yazmadığımız geçmişten bu güne yol gösterici onlarca kadim şairlerimizde mevcuttur. Burada şair kimliği var olmakla birlikte düşünce ve dil ustası olarak bilinen bütün bu isimlere ağabeylik ve ustalık yaparak “reis” imzasıyla kadim anlayışın “klâs duruş” unu zamana ve mekâna zerk eden Nuri Pakdil’de İslam şairidir.

Alman Dili ve Edebiyatı mezunu olan Zarifoğlu, Fransız ve İngiliz şiirini bildiği gibi Alman ve Amerika, dahası batı şiirine, kültürüne de vakıftır. Şairin kimliğini oluşturan bu gerçeklik, okuduğu okullara, aldığı bilgilere hasredilemez yalnızca. Onun aileden, toplumdan, geçmişten, sofradan ve sofalardan aldığı bütün kadim birikimin sahibi İslam kültürünün geniş bakış açısının da kendisinde mevcut olduğunu söyleyebiliriz. İslam’ın hoş görü anlayışı çerçevesinde zihni gelişmiş, yüreği harmanlanmış ve mistik davranış, kabulleniş hale yansımakla kalmamış söze de, şiire de yazdıklarına da sirayet etmiştir. Bu nedenledir ki metafizik bir şairdir Zarifoğlu. Şiirlerinde fazlasıyla teması bulunan dünya ahiret dengesi, hayat ve ölüm, hayat ve uyanış yani kıyamet-ahiret dengesi her zaman belirgindir. Sofi meşreplik, tasavvufi hayat anlayışı ruhunda, davranışlarında ve yazdıklarında gözükmektedir. Kendi çağdaşı olan birlikte yol aldığı İslamcı şiir belirginliği içerisinde yer alan dostlarının şiirlerinde de mevcuttur. Zarifoğlu’nu onlardan ayıran tek yön; belki de dili kullanma melekesi, ayrıcalığı, farklı yetisiyle insanı sendelettiren, kolay ele vermeyen yönüyle de gizemliliğini her daim koruyan bir kalem oluşundadır. Yalnızca İslamcı akımın içindeki şairler Zarifoğlu’nu takip etmez aynı zamanda dönemin şairleri de takip eder ve ondaki farklılığı tezekkür etmekten geri kalmazlar. Materyalistlerin, Marksistlerin ve Kapitalistlerin çizgisindeki maddede tıkalı kalan durum, ötelere doğru yelken açan şaire kuşkuyla baksalar da okumaktan, takip etmekten geri durmazlar.

Güneş, her zaman kendisini göstermeyi bilir.

Cahit Zarifoğlu, yaptığını en iyi yapma, en mükemmele ulaşma gayretindedir. Yaşadığı toplumun değer yargılarındaki yanlışlıkları görür onlarla aynı yanlışlıklar içinde olmak istemez. Ona göre bir yön çizer kendisine. Mesele büyük olmak değildir, büyük düşler görerek bu düşlere ulaşmaktır. Büyük şiir, büyük edebiyatçı denilmesi nefsin en büyük tuzağıdır ve aldatıcıdır. Her birimiz için geçerli olan nefsin istediği iltifatları duyduğumuzda nasıl da havalandığımızı, gurur ve kibre kapılıverdiğimizi göz ardı edemeyiz. Tevazuyu, tahammülü, hoş görüyü, vefayı, nefsin terbiyesini ihmal edemeyiz. Şair, evde, babasının dost meclislerinde yapılan dini sohbetlerden öğrenir önce. Yüreğinde var olan İslam anlayışını önemseyerek, dünyaya dair endişelerin, dini endişelerle özdeşliği, bu durumun şiire de, çalışmalarına da, yazılarına da, romanlarına da yansıdığı görülür. Dolayısıyla bu dünyada öte dünya hazırlığının idrakini her an hisseder ve o belirgin bir şekilde materyalist felsefeden ayrılır.

Mesele, İslam’ın sanata, şiire, edebiyata, estetiğe nasıl baktığı, nereden baktığıdır.

Ölçü Kuran ve sünnet olunca, İslam sanatının dokusu da belirginleşmiş olur. Her attığı adım, her yazdığı şiir onu biraz daha merkeze, öze taşıması icap eder. Yazdığı mektuplar, cevaplar, dosyalar yeryüzünde ki direnişe mütealliktir. Necip Fazıl’a olan hayranlığı ve Sezai Karakoç’a olan bağlılığı şiirini de şekillendirmiş olur. En baştan itibaren şiirinde ki damar; yıl olarak 1960lı yıllara tekabül eder ki, o günün şartları, siyasal endişeler ve kayıp giden belirsizlik şiiri daha da kıymetli hale getirmektedir. İlk dönem şiirlerinden son ana değin şiirsel serüveni “İkinci Yeni” çizgisini hissettirse de metafizik algı bakımından, yüklediği ödevler bakımından, şiiri tamamıyla aslında ayrılmıştır. Tarz, tavır, üslup bakımından benzese de öz itibariyle ve taşıdığı duygu ve gaye itibariyle ayrılır Zarifoğlu şiiri. İkinci Yeni şiiri, kuşkusuz Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin gibi kalemler, batının modernist akımını yansıttığından dönemi etkilemiştir. Öyle olsa bile, çağın tanıklığı açısından aklın rolü yadsınamaz. Çağlar boyu akıl her daim hizmetini görmüştür. “İkinci Yeni” aklı sorgular. Zarifoğlu da bir Molla Kasım edasıyla sorgulamaktan çekinmez. Bu durum bir yanıyla İslami şiirini yansıtırken diğer yönden de İkinci Yeni çizgisinin şiirini izlediği görülür. Bu eksiklik değil bilakis var olan gerçeklik üzerinden kendisine olan güvenle geleceğin şiirini var kılar.

Şair Cahit Zarifoğlu ve kuşağı, 1940lı yıllarda başlayan düşünce, sanat, edebiyat hareketliliğinde “Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat” dergilerinin oluşturduğu zemin ve altyapı kuşkusuz onları Mavera’ya doğru taşır. Bu süreç Türkiye’de inancın, Allah’a ve son Peygamber Hazreti Muhammed Aleyhisselam’a iman ve o uğurda çalışmaların yasaklandığı yıllardır. Büyük bir coğrafyadan bu noktaya gelen Anadolu her şeye yeniden başlar gibi hayata başlamış, değerlerini yeniden tırnaklarıyla kazarak, idam sehpalarında, darağaçlarında hayatları yok edilen inançlı insanlara yapılan zulümler, sistemle muhasebe asla bitmemiştir. Gül Yetiştiren Adamların yetişebilmesi için zihin, gönül ve yürek çalışmaları kadar inançla imanla yazıyı, şiiri hayata sürmek gerekiyor. Bu uğurda verilen mücadelelerin adı kimi zaman şiir, kimi zaman sanat, kimi zaman roman, kimi zaman tiyatro, kimi zaman ev sohbetleri, kıraathane oturumları ve kimi zaman da siyasal oluşumlara kapılar açıyor. Hem “Edebiyat” dergisi hem de “Mavera”nın içinde anılabilecek önemli dergilerden, çalışmalardan birisi de kuşkusuz Yaşar Kaplan’ın “Aylık Dergi”siydi. “Aylık Dergi”de bizim vaz geçilmez takibini yaptığımız bir dergiydi. Çağın kargaşasına, bulanıklığına karşı şiirsel girizgâhlar diyebileceğimiz surelerden ayetleri naklederek başlardı derginin ilk sayfası. Bu edebiyat dergiciliğinde ilk denenmiş denemelerdendi. “Aylık Dergi, Ehli Sünnet Özel Sayısı” çıkaracak, “Mücahide Mektuplar- Yazışmalar” ya da hikâye diliyle uzun hikâyelere örnek olabilecek “Sıfır üç Depremleri”ni yazacak kadar sıkıntılı bir sürece edebiyatın kalemleri müdahale etmeyi kulluk ödevi biliyorlardı.

Kalem, emrolunanı yazmakla mükelleftir. Yazar, bu çizgi içerisinde hayata ve insana katkıda bulunur.

Mehmet Akif İnan “ Doğ Ey Güneş” şiirinde söylemek istediklerimizi bakın nasıl söylüyordu;

“Her eylem yeniden diriltir beni
Nehirler düşlerim göl kenarında
Doğ ey güneş erit taştan adamı
Ve kurut taşları diken elleri
Kurtuluş haberi olsun dünyaya
Ayırma üstümden bir an gölgeni
Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin
Doğayı çarpıtan konumlarına
Babamın gölgesi koruyor beni
Ah ne güzel şehir bu eski şehir
Dönüştür ey kalbim bahçeli eve
Anlamı ezen o makinaları”.


Edebiyatçı, çağından sorumludur. Çağındaki fırtınalara karşı durabilecek metinler, şiirler hazırlayarak karşı koymaktan asla vaz geçmez sanatçı. Zarifoğlu’nda idrak ettiğimiz bu gayret; Anadolu’dan gelen mektuplara dur durak bilmeksizin, üşenmeden her birisine cevaplar verip, onlara yollar önermesi, edebiyat tarihimiz açısından da kayda değerdir. Şiiri anlaşılmaz olan Zarifoğlu’nun mektupları tam tersinedir, anlaşılır ifadelerle yüklüdür. Şiirine, denemesine, hikâyesine dair sözleri söylerken, söylemek istediklerinden asla çekinmez, bunu bir sorumluluk olarak görür hatta bunun dışına çıkarak iman dersleri kapsamında ifade edebileceğimiz unsurlar da yerleştirir. “Namaz kılmanın, kitap okumanın gerektiğinden, misvak kullanmanın öneminden, kardeşlikten, Afganistan’dan, Afrika’dan, Kudüs’ten, Bağdat’tan, Doğu Türkistan’dan bahseder. İlgilerini çekmek ister. Selam verir, selam alır. Tasavvufi anlayışı teşvik eder. Bu bir şairdir. Ahirete iman etmiş bir şairdir. Meselesi, arzda Allah’ın emanetine sahip çıkarak ömrü tamamlama gayretinden başka bir şey değildir.

Rasim Özdenören, “Kırk yedi yıllık bir koşuşturmaca ile geçen bir ömrün dönemeçleri arasındaki mesafelere, ne çok acı, ne çok aşk, ne çok karar, ne çok pişmanlık sığdırılmış…” diyor ya bana kapılar bir bir aralanıyor gibi geliyor.

İnsanla insan arasındaki mesafeler, insanla toplum arasındaki mesafeler, insanla şehri ve uygarlığı arasındaki mesafeler anlatıldığı gibi, insanın kendisiyle arasındaki mesafelere de vurgu yapıldığını düşünüyorum. İnsanın inancıyla, sevdiğiyle, yaratıcısıyla arasındaki mesafeler gündeme gelip oturuveriyor. “Sofra” şiirinde Zarifoğlu şöyle sesleniyor;

“Biz bir şey yapmalıyız galiba -ama neyi
Daha yeni mi sordun bunu çok mu yeni
Ekmek
Yüz yıldır sormadın
Soranın ardına varmadın da...
Elim yakanda dirilecek orda”


İnsanın kitapla olan temasındaki mesafelerle çocukla arasındaki mesafelerinde birbirine ne kadar çok benzerlik arz ettiğini de düşünmeden edemiyorum. Kitaba dost olan insana dost olur.

YAZAR: RECEP GARİP

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder