3 Haziran 2017 Cumartesi

BİLGİ ÇAĞINDA ÖĞRENCİ OLMAK

Bilginin her zamankinden daha değerli ve güçlü olduğu bilgi çağı denilen bir zamanda yaşamaktayız. Bilgi, çocukluk ve gençlikte ekilen, olgunluk ve yaşlılıkta hasat edilen ekindir. Zihnin berrak, zekânın keskin, hafızanın kuvvetli olduğu ve meşguliyetlerin boğmadığı zamanda bilgiden ne devşirdiysen hasadın o olacaktır.

Bu çağda ilim çeşmeleri gürül gürül akarken testisini doldurmayana akıllı denmez. Zira hazanda ekileni yel vurur, boran vurur. Yele tedbir alır da yetiştiririm dersen de, bil ki güneşsiz bitkinin feri, meyvesinin de tadı olmaz. Ahmak da bilgiyi ha sırtında taşımış, ha çantasında, ha kafasında, neye yarar! Sen var ulular meclisine, diz çök ulu pirlerin dizinin dibine ve dal ılık engin sulara! Bırak Amr Zeydi dövsün, Fatma Zeyneb’e ninni söylesin, Savaş Barış’la internette video paylaşsın! Bak hele ulular meclisinde kalem kâğıda, âlim öğrenciye, mürşit dervişe neler aktarmış! Gör, deryada neler saklanmış, enginler neyi gizlemiş, semalar neyi ihata etmiş! Gör, sırlarda gizlenenlere vakıf olanlar ne inciler sergilemiş, ne mercanlar saçmış! Sofralar dolmuş, kadehler bilgi pınarının âb-ı hayatıyla taşmış! İşte taşan damlalardan bir katre! İşte ufukları aydınlatan ışıklardan bir hüzme:

İbni Abbas, “okurken zelil ve değersizdim; öğretirken ise onur ve izzet kazandım.” Bir süreliğine öğrenmenin zilletine sabretmeyen, ömür boyu cehâletin zilletine mahkûm olur.[1] Ulu pirlerden Hz. Ömer der ki: “İlim öğrenin; ilimle beraber ağırbaşlılığı, sükûneti, yumuşak huylu olmayı öğrenin. Öğretmenlerinize karşı tevazulu olun ki, sizin öğrencileriniz de size karşı mütevazı davransın.”[2]

Kişi zekâ ve yeteneğiyle şeref kazanır.[3] Çaba ve gayretiyle de makamlara erişir. ‘Erken kalkan, yol alır. Hızlı koşan, yarışı kazanır. Kervan kalktıktan (tren kaçtıktan) sonra uyansan ne çıkar! Baharda arpa eken, hasat zamanı, buğday biçer mi hiç!’[4] Sadî Şirazî der ki: “Ey harman kaldırmayı uman genç, tohum vaktidir, durma, ek!.. Çocuğum, har vurup harman savurursan çok geçmez açıkta kalırsın… Ömrünü boş işler peşinde geçirip de ah-vah edip inleme. Fırsat az geçer ele ve zaman, kılıç kadar keskindir.”[5]

Öğrenci, öğretmenine karşı, gönlüne ve gözüne girecek şekilde saygı ve muhabbetle davranmalıdır. Öğretmenine karşı mütevazı davranarak öğretmenin öğretmede sabır göstermesine vesile olmalıdır.[6] Öğrenci, öğretmeninin güzel davranış ve meziyetlerini örnek almalıdır. Güzel iş ve eylemlerde öğretmenine uymalı ve böylece karakterini geliştirmede başkalarından daha hızlı yol alabilmeli; kötü eylemlerden ve kişilerden uzaklaşmayı başarmalıdır. Öğrenci, öğretmeninin bazı huy ve davranışlarını sevmeyebilir. Öğretmen fizikî olarak yakışıklı veya güzel olmayabilir. Ancak öğrenci anne ve babasını, onun huyuna ve yakışıklılığına veya güzelliğine bakmadan sevdiği gibi öğretmenini de bu özelliklerine bakmadan sevmelidir. Öğretmenin bazı kusurlarını veya eksiklerini görse bile bu gördüğü kusur ve eksiklere rağmen saygıda asla kusur etmemelidir. Öğretmeninin öğrettiği yanlış bile olsa, bu yanlış öğrencinin doğrusundan daha değerli olabilir. Zira öğrenciye o gün yanlış gelen şey, onun henüz öğrenemediği ve vakıf olamadığı tecrübelerden kaynaklanan bir bilgi olabilir. Bu nedenle aceleci davranarak itiraza kalkışmaktan sakınmalıdır.[7]

Bir Arap atasözünde; “Âlimler, Kâbe gibidir; uzaktakiler ona koşarlar, yakındakilerin umurunda bile olmaz”[8] denilerek eldeki nimet kaybolmadan sımsıkı sarılmak gerektiği ifade edilmektedir. Hz. Aişe; “Âlime saygı gösteren, Rabbine saygı göstermiş demektir” diyerek öğrencinin hocasına saygı göstermesini önermiştir.[9] Zira saygıda kusur ederse, derse olan ilgisi ve dikkati zayıflar. Öğrenmesi gerekenlere yoğunlaşamaz. Öğretmeni de öğrencisinin sevgideki ve saygıdaki eksikliğini fark ederse gayri ihtiyari bile olsa kendisine yaklaşımı farklılaşabilir. Bu durumda da yine kaybeden öğrenci olacaktır. İmam Şafiî yetişkin çağında ve âlim iken, Şeyban-i Râî’nin önünde, okula giden çocuklar gibi diz çöker ve yapacağı işleri kendisine sorardı. İmam Şafiî’ye: “Senin gibi bir zat böyle bir bedeviden bilgi alır mı?” diye sorulduğunda; “Bu adam bizim bilmediğimizi biliyor” cevabını verirdi.[10]

Öğrenci, öğretmene ve ilim ehline karşı kibirlenmemeli, ukalalık yapmamalıdır. Aksine aciz ve bilgisiz bir hastanın doktoruna tam bir teslimiyetle bağlanıp, her sözüne riayet etmesi gibi, öğretmenin emir ve tavsiyelerine uymalıdır.[11] Suya hasret kalan kuru toprağın suyu büyük bir istekle emdiği gibi öğrenci de öğretmenin anlattıklarını almaya gayret göstermelidir.[12]

Öğrenci, eğer seçme şansı varsa öğretmenlikte maharet sahibi olanlardan ders almalıdır. Yani üstatlardan, ustalardan öğrenmelidir, ama ne yazık ki onların da sayısı azdır. İmkânı varsa onları arayıp bulmalı ve dizinin dibine diz çökmelidir. Eğer seçme imkânı yoksa öğretmenlerini az bilen, çok bilen diye ayırt etmeden dersine giren öğretmenden azami derecede istifade etme gayretine girmelidir. Cehâletin vahşetinden çekip çıkaran, ister çelimsiz olsun isterse pehlivan, ne fark eder! Hikmet müminin yitiğidir. Öğreten ister fasık, facir ve kâfir; ister nazik bir mümin, mahir bir mürşit olsun. Öğretmenin dünya görüşü hikmetin değerini düşürmez.

Bilgi ve hikmetin hatırına öğretene saygı gösterilmelidir. Öğrenci hocasının ilmini takdir etmeli ve öğretmede gösterdiği özene ve gösterdiği çabaya teşekkür etmelidir. Bilginlerden biri şöyle demiş; “Doktora ihanet edersen hastalığına, hocayı incitirsen cehâletine sabret!”[13]

Öğretmenin gösterdiği yakınlığa güvenerek şımarmamalı, naz ve gevezelikle rahatsızlık vermemelidir.[14] Hz. Ali öğrencilere şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Öğretmenine çok ve zor soru sormayacaksın. Cevap vermek istemediğinde ısrar edip cevap vermeye zorlamayacaksın. Huzurunda kaş, göz işaretleri yapmayacaksın. Eğitim ortamının dışındaki bir mecliste kendisine soru sormayacaksın. Hata yapmasını arzulamayacaksın; hata yapsa bile sabırlı olup hatasından dönmesini bekleyeceksin. Ona “falan senin tam aksini söylüyor!” demeyeceksin. Sırrını açığa vurmayacaksın. Yanında kimseyi çekiştirmeyeceksin. Uzun sohbetlerinden usanmayacaksın. Çünkü o, meyve dolu hurma ağacı gibidir, ağaçtan hurmanın düşmesini beklediğin gibi faydalanacağın bir sözü söyleyeceği zamanı da bekleyeceksin!”[15]

Öğrenci, öğretmenine karşı “ben de senin gibi anlarım, benim sana ihtiyacım yok” gibi ukala bir edaya bürünmekten kaçınmalıdır.[16] Konuyu güvenilir kaynaklara bakarak araştırmalı ve kanaatini ondan sonra oluşturmalıdır. Öğrenci, öğretmeniyle tartışmaya girmekten kaçınmalıdır.

İlme dalan kişi, denize dalan yüzücü gibidir. Ne kara görür, ne de denizin genişliğini ve uzunluğunu![17] Öğrenmede aceleci olmamalıdır. Hz. Musa sabırsızlık gösterip Hızır’ı (a.s.) soru yağmuruna tutmasaydı kim bilir daha neler öğrenecekti.[18] Eğer öğretmen öğrenciye bir konuda soru sormamayı tavsiye ediyorsa, buna uymalıdır.[19]

Öğrenci, dikkatle dinlediği hâlde dersi anlamamışsa, konuyu anlamadığını öğretmenine sormaktan çekinmemelidir. Peygamberimiz; “Güzel soru ilmin yarısıdır.”[20] buyurarak güzel bir üslupla, yerinde soru sormayı teşvik etmiştir.

Öğrenci, hastanın, ilacın acısına tahammül ettiği gibi, öğretmenin tavır ve davranışlarına tahammül göstermelidir. Kendi görüş ve fikirlerini öğretmenine kabul ettirmeye çalışmamalıdır. Öğretmenini sıkacak tavırlardan, davranışlardan sakınmalıdır. Öğretmenine saygı ve hürmet göstermelidir.[21] Onu rahatsız edecek, zekâsını tahkir edecek, hakkını hafife alacak, kadrini küçümseyecek eylemlerden uzak durmalıdır. İnsanlara hakikatleri öğreten üstatlar, babaların en hayırlısıdır.[22] Şairin “Ona her gün ok atmayı öğretiyordum. Ne zaman ki kolları güç kazandı, oku bana atmaya başladı” dediği gibi hocasına karşı azgınlık ve nankörlük yapmamalıdır.[23]

Öğrenci dersine tam bir dikkatle yönelmeli, can kulağıyla dinlemelidir. İman esaslarını inkâra ve Allah’a isyana teşvik etmediği sürece öğretmenin öğüdünü kabul etmeli, öğrettiği şeyleri benimsemelidir. Öğretmenin hatalarından bile ders çıkartmalı, aynı hatalara düşmeme konusunda kendisini geliştirmelidir. Onun tecrübelerine kulak vermelidir.[24]

Öğrenci her bir derse nasıl çalışılması gerektiğini öğrenmelidir. Hangi konunun nasıl öğrenilebileceğine dair öğretmenlerin önerilerine kulak vermelidir. Derste kendi öğrenme melekesine göre notlar almalıdır. Özet çıkararak, işlem gerektiren dersleri işlem yaparak veya ezberlenmesi gerekiyorsa ezberleyerek çalışmalıdır. Televizyon izler gibi öğretmen dinlenmez veya roman okur gibi ders çalışılmaz.

Öğrenci, İbni Mes’ud’un “ilmin afeti unutmaktır”[25] veciz ifadesine uyarak dersi sık sık tekrar etmelidir. Günlük, haftalık, aylık, dönemlik ve yıllık tekrar sistemiyle belli aralıklarla mutlaka tekrar etmelidir. Konuyu iyice kavramaya çalışmalı ve daha sonra da bol tekrarla bilgiyi uzun süreli hafızaya aktararak öğrenmeyi kalıcı hâle getirmelidir. Farklı kaynaklardan da yararlanarak kavramayı pekiştirmelidir. Çok tekrar eden bildiğini unutmaz; gözden kaçırdıklarını ve daha önce bilmediklerini de öğrenir. Bu sayede öğrenmenin zevkine varır ve hedefine ulaşır.

Öğrenci, ders arkadaşlarıyla konuları karşılıklı müzakere etmeli, beraber tartışmaya çalışmalıdır. Böyle yapan öğrenci, farklı zekâlarla konuyu zenginleştirmeyi, farklı perspektifler kazanmayı başaracaktır. Sonuçta da sadece en doğru bakışın kendi bakışı, en doğru akıl ve muhakemenin kendi aklı ve muhakemesi, en üstün kapasitenin de kendi kapasitesi olmadığını öğrenmiş olacaktır.

Öğrenci arkadaşlarını iyi seçmelidir. Onu dersten uzaklaştıran, düşüncelerini bulandıran, yanlış davranışlara sevk eden arkadaştan sakınmalıdır. Kötü arkadaş, verdiği zarardan ötürü zehirli yılandan daha tehlikelidir.[26]

Öğrenci kendisini ilgilendirmeyen konulardan uzak durmalıdır. Gereksiz şekilde meşgul edecek şeylerden sakınmalıdır. Özellikle sosyal medya, bilgisayar oyunları, internet, cep telefonu, futbol tutkusu, dizi izleme hastalığı, kızların saatlerce ayna karşısında vakit geçirmesi gibi oyalayıcı ve zihin ve ruh dünyasını dağıtıcı tuzaklardan kaçınmalıdır.

Öğrenci her duyduğu veya reklamını gördüğü kitabı da alıp okumaktan sakınmalıdır. Öğretmenler ilgi duyan öğrenciler için pek çok kitap tavsiye edebilirler. Burada öğrencinin seçici davranması gerekir. Okuyacağı türün en iyisini seçip okuması en mantıklı olanıdır. Hikâye ve roman ile başlayarak okuma zevkini tatmalı ve alışkanlık kazanmalıdır. Kitap okuma alışkanlığı kazandıktan sonra da aşamalı olarak bilimsel içerikli bilgi ve birikim kazandıracak kitaplara yönelmelidir. İlim çok, ömür kısadır.[27] İbni Abbas’ın şu tavsiyesi önemlidir: “İlmin bölümleri çoktur. Ama siz her şeyin en güzelini alın.”[28] Zira zaman akıcı ve fırsatlar sayılıdır.

Akıllı insan sadece kendi aklıyla yetinmeyen, başkalarının aklından, birikim ve tecrübelerinden bedelsiz yararlanandır. Çok bedel ödeyip acı bir şekilde tecrübe etmektense, bedelsiz kazanmak en karlı alış veriştir. Bu nedenle öğrenci öğretmenin kendisine, ‘kötü alışkanlıkları terk etmesi’ hususundaki ikaz ve önerilerini can kulağıyla dinlemeli ve yerine getirmelidir. Yoksa pek çok acı tecrübeden ve gam ve kederden sonra pişmanlıkla yanmanın bir anlamı olmayacaktır. “Ah, vah edip, keşke demek” akıl kârı değildir.

Öğrenci, sadece kolay olan dersleri çalışıp zor olanlardan kaçınmamalıdır. Zira her ders temel kavramlarından başlanarak, kolaydan zora doğru çalışılarak öğrenilebilir. Öğrenci bir avcı gibi davranmalıdır. Avcı her avın kaçmaya çalışacağını bildiği için kolay-zor ayırımı yapmadan gayret gösterir. Öğrenci de çalışmadığı ve ipin ucunu kaçırdığı zaman her dersin zor olacağını bilmelidir. Avcı gibi her zoru kolaylaştırmak için çalışmak ve gayret göstermek zorunda olduğunu unutmamalıdır.

Maverdî, bilgiyi öğrenmek için şart olan şeyleri şöyle sıralar: “Akıl, zekâ, hafıza, istek, öğrenme hırsı, maddi imkân, boş zaman, zihni veya bedeni engelleyecek bir durumun olmaması ve bilgisini esirgemeyen, sabır ve azimle öğreten bir hocanın olması.”[29] Bilgi çağındaki akıllı öğrenci bu şartları fırsata dönüştürmelidir.

Her öğrencinin öğrenmedeki amacı öncelikle Allah’ın rızasını kazanmak ve cennete götürecek ameli işlemek olmalıdır. Zira Allah’ın hoşnutluğunun olmadığı hiçbir iş ve eylemde rahmet ve bereket olmaz. Bilgi ile sonuçta dünyada da pek çok fayda elde etmekteyiz. Ancak faydaların odak noktasına Allah için öğrenmeyi yerleştirdiğimiz zaman ayaklarımız yere sağlam basacak, sapmalardan uzak kalacağız. O zaman dünyada da, ahrette de yüksek makamlara erişebileceğiz.[30]

Öğrenci bilgiyi öncelikle kendisine faydalı olması için öğrenmelidir. Öğrendiklerini kendi hayatında uygulamaya gayret göstermelidir. Öğrendiği doğruları yapmaya azim göstermeli, yanlışlardan da özenle kaçınmalıdır. Elindeki fenerin ışığından kendisi de faydalanmalı, başkalarını yararlandırmaya çalışmalarıdır. Gazzalî şöyle diyor: “Öğrendiklerinden istifade eden güneş gibidir; hem kendisi için, hem de başkaları için ışık saçar. Öğrendiklerinden istifade etmeyen kişi ise gaz lambasının fitili (veya mum) gibidir; başkalarını aydınlatır, lakin kendisini yakıp bitirir.”[31]

Bir ailedeki çocuklar karşılıklı güven, sevgi ve saygı içinde hayatlarını sürdürdüğü gibi, öğrenciler de okulda karşılıklı sevgi ve saygı içinde olmalıdır.[32] Okul ve eğitim ortamı huzur ve sükûn ortamı olmalı, her türlü gerginlikten ve rahatsızlıktan uzak tutulmalıdır.

Geleceğin yetişkinleri olacak öğrencilerimizi, kendisi bir kandil, bir yıldız, bir güneş, hem aydınlanmış ve hem de bütün insanlığı aydınlatmış olan Hz. Peygamber’in şu güzel sözüyle baş başa bırakıyorum: “Allah’ım, fayda vermeyen ilimden, saygı duymayan gönülden, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan Sana sığınırım!”[33]

NOT: Bu yazı Selami YALÇIN’ın İnkılab Yayınları tarafından yayınlanan “Çocuk Eğitiminde Sevgi ve Disiplin” isimli kitabından alınmıştır.

[1] Maverdî, Edebud-Dünya ve’d-Din, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1987, s. 54
[2] Gazalî, İhyau Ulumi’d-Dîn, (Çev. Ahmed Serdaroğlu), Bedir Yay, İstanbul 1975, s.1/73; Maverdî, age, s. 58
[3] Maverdî, Age, s. 54
[4] Sadî Şirazî, Bostan, Çev. Osman Koca, Beyan Yay. İstanbul, s. 249
[5] Sadî Şirazî, age, s. 249
[6] Maverdî, age, s. 53
[7] Gazalî, Mîzânu’l-Amel, s. 97
[8] Maverdî, age, s. 57
[9] Maverdî, age, s. 54
[10] Gazalî, İhya, s.1/61
[11] Gazalî, Mîzânu’l-Amel, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Lübnan 1983, s. 97
[12] Gazalî, Mîzânu’l-Amel, s. 97
[13] Maverdî, age, s. 54
[14] Maverdî, age, s. 54
[15] Kandehlevî, Muhammed Yusuf, Hayâtü’s-Sahabe, (Çev. Sıtkı Gülle), Divan Yay. İstanbul 1987, 3/474
[16] Maverdî, age, s. 55
[17] Maverdî, age, s. 26
[18] Kehf, 18/65-82
[19] Gazalî, Mîzânu’l-Amel, s. 98
[20] Maverdî, age, s. 56
[21] Burhaneddin ez-Zernûcî, Ta’limü’l-Müteallimi Tarika’t-Taallumi, Yasin Yay, İstanbul 2010, s. 17
[22] Maverdî, age, s. 55
[23] Maverdî, age, s. 55
[24] Gazalî, İhya, s. 1/129
[25] Kandehlevî, age, 3/533
[26] Zernûcî, age, s. 16
[27] Zernûcî, age, s. 47
[28] Maverdî, age, s. 39
[29] Maverdî, age, s. 53
[30] Gazalî, Mîzânu’l-Amel, s. 107
[31] Gazalî, Mîzânu’l-Amel, s. 108
[32] Gazalî, İhya, s. 1/141
[33] Tirmizî; Deavât, 68; İbni Mace, Dua, 2; Nesaî, İstiaze, 2, 7, 11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder