Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey;
düşmanlarımızın sözleri değil,
dostlarımızın sessizliği olacaktır.
Aliya İZZETBEGOVİC
Uyuduğu yer yatağında terli, stresli, heyecanlı, nefes
nefeseydi. Belli ki kâbus görüyordu. Boşluğa düşüyormuşçasına uyandı. Dişlerini
o kadar sıkmıştı ki şakakları, elmacık kemikleri, çenesi yekpare olmuştu.
Önce çenesini gevşetti sonra kafasını sağa sola devirdi. Sağ eliyle ensesini ovdu. Bütün vücudunun kasılmış olduğunu anladığı anda sırtında tatlı bir sıcaklık hissetti. Yarasından kan sızıyordu. Kaç gündür bu halde olduğunu düşündü. Çok derinlere daldı birden. Uzaklaştı kendinden. Başka bir yerde başka biri oldu sanki. Şam’da Humam, Beyrut’ta Kerim, Bağdat’ta Naim, İstanbul’da Ömer, Diyarbakır’da Hasan. Belki Rabia-tül Adeviye meydanında direnen Yusuf oldu o an. Belki hepsi idi. Belki de hiçbiri. O an sadece bir insan değildi. Bir ruhtu. Bir mücahiddi. Allah için cihad eden bir ruh.
Önce çenesini gevşetti sonra kafasını sağa sola devirdi. Sağ eliyle ensesini ovdu. Bütün vücudunun kasılmış olduğunu anladığı anda sırtında tatlı bir sıcaklık hissetti. Yarasından kan sızıyordu. Kaç gündür bu halde olduğunu düşündü. Çok derinlere daldı birden. Uzaklaştı kendinden. Başka bir yerde başka biri oldu sanki. Şam’da Humam, Beyrut’ta Kerim, Bağdat’ta Naim, İstanbul’da Ömer, Diyarbakır’da Hasan. Belki Rabia-tül Adeviye meydanında direnen Yusuf oldu o an. Belki hepsi idi. Belki de hiçbiri. O an sadece bir insan değildi. Bir ruhtu. Bir mücahiddi. Allah için cihad eden bir ruh.
Kapattı gözlerini, düşündü. Bir cevap bulamadı. Sağına
baktığında Usame’ yi gördü. Nasıl yorulmuş ki oturduğu yerde uyuya kalmış diye
geçirdi içinden. Belli ki günlerdir başında. Ama teyakkuzu da elden bırakmamış
hani. Silahına sarılmış; dipçiği yerde, namlusu omzunda. Bir dizini karnına
çekmiş öbürü yerde... Yüzü telaşlı. Sanki rüyasında kâfirlerle çarpışıyor.
Belki yaralı. Belki şehadete koşuyor. Ama yüzünde tatlı bir sertlik, hafif bir
hüzün.
Silkinerek uyandı Usame. Aldı silahı eline, doğrulttu
ileriye. Nefes nefese…
Dört kere nefes alıp verdi. Beşinci kez nefes aldığında kendine
geldi.
…
-Uyanmışsın kardeşim.
-Bana ne oldu Usame?
-Hatırlamıyor musun? Beni kurtarmak için üzerime atladın ya.
Sırtından vuruldun. Ama kötüye bir şey olmuyor işte. Yine yırttın kefeni. İyiyi
de Allah koruyor. Bende her zamanki gibi çizik bile yok.
Önce tebessüm ettiler. Sonra kahkaha…
-Güldürme Usame. Yara acıyor.
Yaram acıyor demedi. Yara dedi. Yara çok soğuk geldi Usame’ye.
Kabullenemedi hâlâ diye düşündü. Daldı gitti. Üzülmüştü.
-Hu! Usame. Daldın yine.
-He…
-Kaç gündür yatıyorum?
-Üç.
-Ne oldu? Hiçbir şey hatırlamıyorum.
-Pazartesi gecesi Mescid-i Aksa’ ya girdiler. Üzerlerine
gittik. Çatışma oldu. Senin cümlelerin yüreklendirmişti bizi her zamanki gibi.
Hepimiz övünüyoruz senin gibi bir liderimiz olduğu için. O gece bize öyle bir
konuşma yaptın ki hepimiz şehîd olmaya gittik. Hele “Fatih Sultan Mehmed Han
İstanbul’u fethettikten sonra şöyle demiş: ‘Bu fetih küçük cihad idi. Büyük
cihad ise eğitimdir.’ Bizler de küçük cihadımızı tamamlayıp büyük cihadımıza
odaklanmalıyız.” Dediğinde, herkesin gözündeki büyük kahramanlığın tekrardan
tasdiklendi.
-Konuşanı, dinleyen konuşturur Usame.
-Yok, yok. Sen öyle bir konuştun ki önümüzde Hazreti Ömer
Radıyallahu Anh ile Kudüs’e giriyoruz zannettik. Şimdi olmadı ama bir gün
olacak biiznillah. Sefer bizden, zafer Allah’tan. Şehîd İmam Hasan el-Benna’nın
sözünü unuttun mu? “Ümitsizliğe kapılmayın. Çünkü ümitsizlik Müslüman’ın
ahlakından değildir. Zayıflar daima zayıf kalamazlar. Güçlüler de ebediyen
güçlü ve galip olamazlar.
-Hayır, unutmadım Usame. Merak etme, yorgun değilim.
Biliyorsun ki “Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin
olacaktır.” Ama iyileşmek için biraz dinlenmem gerekecek herhalde.
-O zaman ben gideyim de sen dinlen biraz daha.
Usame evden çıktı. Yürümeyi seviyordu. Biraz yürüyüp vücudunu
ve zihnini dinlendirmek istedi. Ara sokaktan caddeye çıktığında toplanan
kalabalığı gördü. İnsanlar akın akın gidiyorlardı. Endişelendi birden. Acaba Siyonist
askerleri yine mi Mescid-i Aksa’ya girmişlerdi! Hızlandı yürüyüşü istemeden.
İnsanların arasından sıyrıla sıyrıla ilerliyordu. Vardığında gördüğü manzara
onu şok etti. Herkesin elinde Türkiye bayrakları vardı. Herkes tedirgin ve
üzgündü. Dua ediyorlardı Türkiye için, Ümmet-i Muhammed için. Yanındakilere ne
olduğunu, niye Türkiye bayraklarının olduğunu, neden özellikle Türkiye için dua
edildiğini sordu! Öğrendiğinde kahroldu, dayanacak bir yer aradı. Tabiri caizse
dizlerinin bağı çözüldü, ayakta duramaz hale geldi. Olabilir miydi böyle bir
şey? Asker görünümlü teröristler Türkiye’de darbe yapmaya mı çalışıyordu
gerçekten! İslam’ın son kalesi de düşecek miydi?
Durumu anlatmak için hemen eve döndü. Uyandırdı yaralanmış
liderini. Kem küm etti biraz ama anlattı sonra olan biteni.
-Kalkmama yardım eder misin Usame?
-Ama yaralısın. Hem ne yapabiliriz ki?
-Haydi, Usame kaldır beni. Bize sahip çıkan, bize yardım
eden, bize her zaman kardeşlik eden, hiçbir zaman sırtını dönmeyen
kardeşlerimiz bu durumdayken ben yaralıyım deyip yatarsam, yarın Allah’a nasıl
hesap veririm! Lütfen, kaldır beni. Çıkalım sokağa. Durmayalım, korkmayalım,
üzülmeyelim. Allah bize yeter kardeşim.
Usame kaldırdı liderini, kıyafetlerini giyinmesine yardım etti. Gittiler Mescid-i Aksa’ya. Dua ettiler. Sadece onu izliyordu Usame. Bir kere daha hayran olmuştu. Şehîd düşene kadar arkasından gideceğine, yanından ayrılmayacağına yemin etti. İçinden şöyle geçirdi: Sen olmasan ben ne yapardım. Ah Hanzala…
Öykü: Ubeydullah Yalçın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder