22 Ocak 2017 Pazar

AH HANZALA...

Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey;
düşmanlarımızın sözleri değil,
dostlarımızın sessizliği olacaktır.

Aliya İZZETBEGOVİC

Uyuduğu yer yatağında terli, stresli, heyecanlı, nefes nefeseydi. Belli ki kâbus görüyordu. Boşluğa düşüyormuşçasına uyandı. Dişlerini o kadar sıkmıştı ki şakakları, elmacık kemikleri, çenesi yekpare olmuştu.
Önce çenesini gevşetti sonra kafasını sağa sola devirdi. Sağ eliyle ensesini ovdu. Bütün vücudunun kasılmış olduğunu anladığı anda sırtında tatlı bir sıcaklık hissetti. Yarasından kan sızıyordu. Kaç gündür bu halde olduğunu düşündü. Çok derinlere daldı birden. Uzaklaştı kendinden. Başka bir yerde başka biri oldu sanki. Şam’da Humam, Beyrut’ta Kerim, Bağdat’ta Naim, İstanbul’da Ömer, Diyarbakır’da Hasan. Belki Rabia-tül Adeviye meydanında direnen Yusuf oldu o an. Belki hepsi idi. Belki de hiçbiri. O an sadece bir insan değildi. Bir ruhtu. Bir mücahiddi. Allah için cihad eden bir ruh.

Kapattı gözlerini, düşündü. Bir cevap bulamadı. Sağına baktığında Usame’ yi gördü. Nasıl yorulmuş ki oturduğu yerde uyuya kalmış diye geçirdi içinden. Belli ki günlerdir başında. Ama teyakkuzu da elden bırakmamış hani. Silahına sarılmış; dipçiği yerde, namlusu omzunda. Bir dizini karnına çekmiş öbürü yerde... Yüzü telaşlı. Sanki rüyasında kâfirlerle çarpışıyor. Belki yaralı. Belki şehadete koşuyor. Ama yüzünde tatlı bir sertlik, hafif bir hüzün.
Silkinerek uyandı Usame. Aldı silahı eline, doğrulttu ileriye. Nefes nefese…
Dört kere nefes alıp verdi. Beşinci kez nefes aldığında kendine geldi.


-Uyanmışsın kardeşim.

-Bana ne oldu Usame?

-Hatırlamıyor musun? Beni kurtarmak için üzerime atladın ya. Sırtından vuruldun. Ama kötüye bir şey olmuyor işte. Yine yırttın kefeni. İyiyi de Allah koruyor. Bende her zamanki gibi çizik bile yok.

Önce tebessüm ettiler. Sonra kahkaha…

-Güldürme Usame. Yara acıyor.

Yaram acıyor demedi. Yara dedi. Yara çok soğuk geldi Usame’ye. Kabullenemedi hâlâ diye düşündü. Daldı gitti. Üzülmüştü.

-Hu! Usame. Daldın yine.

-He…

-Kaç gündür yatıyorum?

-Üç.

-Ne oldu? Hiçbir şey hatırlamıyorum.

-Pazartesi gecesi Mescid-i Aksa’ ya girdiler. Üzerlerine gittik. Çatışma oldu. Senin cümlelerin yüreklendirmişti bizi her zamanki gibi. Hepimiz övünüyoruz senin gibi bir liderimiz olduğu için. O gece bize öyle bir konuşma yaptın ki hepimiz şehîd olmaya gittik. Hele “Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethettikten sonra şöyle demiş: ‘Bu fetih küçük cihad idi. Büyük cihad ise eğitimdir.’ Bizler de küçük cihadımızı tamamlayıp büyük cihadımıza odaklanmalıyız.” Dediğinde, herkesin gözündeki büyük kahramanlığın tekrardan tasdiklendi.

-Konuşanı, dinleyen konuşturur Usame.

-Yok, yok. Sen öyle bir konuştun ki önümüzde Hazreti Ömer Radıyallahu Anh ile Kudüs’e giriyoruz zannettik. Şimdi olmadı ama bir gün olacak biiznillah. Sefer bizden, zafer Allah’tan. Şehîd İmam Hasan el-Benna’nın sözünü unuttun mu? “Ümitsizliğe kapılmayın. Çünkü ümitsizlik Müslüman’ın ahlakından değildir. Zayıflar daima zayıf kalamazlar. Güçlüler de ebediyen güçlü ve galip olamazlar.

-Hayır, unutmadım Usame. Merak etme, yorgun değilim. Biliyorsun ki “Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin olacaktır.” Ama iyileşmek için biraz dinlenmem gerekecek herhalde.

-O zaman ben gideyim de sen dinlen biraz daha.

Usame evden çıktı. Yürümeyi seviyordu. Biraz yürüyüp vücudunu ve zihnini dinlendirmek istedi. Ara sokaktan caddeye çıktığında toplanan kalabalığı gördü. İnsanlar akın akın gidiyorlardı. Endişelendi birden. Acaba Siyonist askerleri yine mi Mescid-i Aksa’ya girmişlerdi! Hızlandı yürüyüşü istemeden. İnsanların arasından sıyrıla sıyrıla ilerliyordu. Vardığında gördüğü manzara onu şok etti. Herkesin elinde Türkiye bayrakları vardı. Herkes tedirgin ve üzgündü. Dua ediyorlardı Türkiye için, Ümmet-i Muhammed için. Yanındakilere ne olduğunu, niye Türkiye bayraklarının olduğunu, neden özellikle Türkiye için dua edildiğini sordu! Öğrendiğinde kahroldu, dayanacak bir yer aradı. Tabiri caizse dizlerinin bağı çözüldü, ayakta duramaz hale geldi. Olabilir miydi böyle bir şey? Asker görünümlü teröristler Türkiye’de darbe yapmaya mı çalışıyordu gerçekten! İslam’ın son kalesi de düşecek miydi?

Durumu anlatmak için hemen eve döndü. Uyandırdı yaralanmış liderini. Kem küm etti biraz ama anlattı sonra olan biteni.

-Kalkmama yardım eder misin Usame?

-Ama yaralısın. Hem ne yapabiliriz ki?

-Haydi, Usame kaldır beni. Bize sahip çıkan, bize yardım eden, bize her zaman kardeşlik eden, hiçbir zaman sırtını dönmeyen kardeşlerimiz bu durumdayken ben yaralıyım deyip yatarsam, yarın Allah’a nasıl hesap veririm! Lütfen, kaldır beni. Çıkalım sokağa. Durmayalım, korkmayalım, üzülmeyelim. Allah bize yeter kardeşim.

Usame kaldırdı liderini, kıyafetlerini giyinmesine yardım etti. Gittiler Mescid-i Aksa’ya. Dua ettiler. Sadece onu izliyordu Usame. Bir kere daha hayran olmuştu. Şehîd düşene kadar arkasından gideceğine, yanından ayrılmayacağına yemin etti. İçinden şöyle geçirdi: Sen olmasan ben ne yapardım. Ah Hanzala…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder