14 Mart 2017 Salı

RÖPORTAJ: TİMSAL KARABEKİR

DOĞU CEPHESİNİN FATİHİ KÂZIM KARABEKİR PAŞA

Doğu Cephesinin büyük komutanı Kâzım Karabekir Paşa’yı kızı Timsal Karabekir’den, babasıyla birlikte yaşadığı, şu an Kâzım Karabekir Paşa Müzesi olan köşkte dinledik.

Aile Karabekiroğulları diye tanınıyor. Bugün Karaman civarındaki Kâzım Karabekir ilçe­sine yerleşiyorlar. Daha sonra o soyismini verdiler, hayattayken bunu bilmedi. Kendi ifade­sine göre Selçuklu’ya dayanan bir geçmişimiz var. Kırmızı şalvar, kırmızı cepken giyiyorlar ve ne zaman gerek duyulsa padişah yanlısı olarak sa­vaşlara katılıyorlar. Babası Mehmed Emin Efendi 15 yaşındayken Kırım Savaşı’na katılıyor ve gazi olarak madalyalarla yurduna dönüyor ama yurdu­na döndüğü zaman Allah’ın bir lütfu diyorum ben buna ki alaylı olarak orduda kalıyor ve jandarma generalliğine kadar yükseliyor.

Niye Allah’ın lütfu dediğime gelince, Kâzım Karabekir’in çocukluğu daha sonra kurtaracağı doğu illerimizde geçiyor. Yöreyi ve insanları çok iyi tanıyor.

Kâzım Karabekir, 5 erkek kardeşin en küçüğü. 1882’de İstanbul Küçük Mustafa Paşa doğumlu. Bir büyük ağabeyi okula başlarken onu da yanına katıyorlar. 4 yaşında bir çocuk ağabeyiyle beraber okula gidip gelecek. Ama küçük Kâzım’a bir cüz kesesi alınmamış. Cüz kesesi: Osmanlı evlatları âmin alayıyla okula başlarken elif-ba cüzlerini koy­dukları, sırmalı, şık okul çantaları. Küçük Kâzım’a bu alınmamış ve çok üzülüyor. Öğlene kadar zor zapt ediyor kendini ama öğle olunca başındaki fesi dertop edip öğretmeninin yüzüne atıyor. “Niye yaptın Kâzım?” dedikleri zaman “Bana cüz kesesi almadınız.” diye üzüntüsünü belli ediyor. Herhal­de daha sonra alınmış. Çünkü müzemizde var bir tane. Mahalle okulu olarak okula başlıyor ve okulu da hiç sevmiyor esasında. Mahalle okullarında uy­gulanan falaka gibi cezalardan ötürü okuldan hiç hoşlanmıyor.

O sıralarda Ermeni meselesi konusu güncel bir konu. O tarih itibariyle Ermeniler ve Türkler kardeş ilişkisi içinde yaşarken yurdumuzun doğusundan bir dedikodu çıkıyor. Rusya’dan bir grup Ermeni araya nifak sokmak için gelmek üzeredir. Bu ne­denle padişah, Mehmed Emin Paşa’yı asayişi ko­rusun diye Van’a gönderiyor. O, küçücük yaşında en küçük oğlan. Evvela görev başına önden baba gidiyor daha sonra da çocuklarıyla beraber anne­si. Tabi o günün şartlarında buradan Van’a gitmek çok zor. Anca Trabzon’a kadar deniz yoluyla gide­ceksin, oradan aşağı zor meşakkatli bir yol. Van’a giderken yolda Erzurum’da bir konaklamaları var. Orada çok önemli bir şey yaşıyor. Yaramaz da bir çocukmuş. Bir yerden bir yere atlarken düşüyor başından bir avuç kan toprağa karışıyor. Zaman içinde Erzurum’a düşman girdiği zaman “Daha büyük bir şevkle mahmuzladım atımı, benim ora­dan alacak kanım vardı.” diyor. Kendisini birazcık da Erzurumlu ve doğulu olarak hissediyor. Van’a gittikleri zaman babaya kavuşuyorlar. Aşçıları Er­meni, arkadaşları Ermeni. Ermenilerle hiçbir sorun yaşanmıyor. Van, Harput, Elazığ gibi o yöredeki illerde Ermenilerle iyi ilişkiler içindeler. Hayatım ki­tabında Van’ı o kadar güzel anlatıyor ki. İnşaallah boş zamanınızda okuyun. Gül cennet köşesi gibi sular akıyor, yeşillikler içinde Van bir cennet. Daha sonra babası Mekke’ye vali muavini olarak tayin ediliyor. Kutsal toprakları da çok güzel anlatıyor. Kâbe’nin içini, Kâbe’yi nasıl tavaf ettiklerini çok lezzetli bir üslup ile anlatıyor. Kendisi aşağı yuka­rı 11 yaşındayken kolera salgınında Mekke’de ba­basını kaybediyor. Aile İstanbul’a dönüş yapıyor. Aile İstanbul’a geldiği zaman Kâzım Karabekir’in askerlik hayatı şekillenmeye başlıyor. Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli Askeri Lisesi’nde okuyor. Bura­da özellikle gençlere vermek istediğim çok önemli bir mesaj var. Daha lise 1 ya da 2 talebesi iken, 14- 15 yaşında bir çocuk. “40 yıl Rus zulmünde olan Kars’ı kurtarmak benim idealimdir.” diyor. Kafaya koymuş bunu. Ben okullarda çocuklara idealleri­niz olacak diyorum. Allah korusun Kars’ı kurtar­mak gibi idealleriniz olmasın. Vatanımız hiçbir şekilde ziyan görmesin ama ben bu vatana nasıl faydalı olurum minvalinde idealleriniz olacak. İs­tidatlarınız doğrultusunda kendinizi vatana hazır­layacaksınız. Kâzım Karabekir dedeniz daha lise çağında bunu yapmış. Kuleli ‘den sonra da Harbi­ye Harp Akademileri’nde askerlik hayatına adımını atıyor. Bu da enteresan bir konu. “Bir okul çıkışın­da ortada bir gayri tabilik hissettim, elektrikli bir hava vardı. Araştırdığım zaman Ermeni baskınları, Babıali Baskını, Osmanlı Bankası baskınının oldu­ğunu öğrendim. Bunlardan bir tanesini ağabeyime sordum: Bizim Ermeniler mi yaptı bunları?” diyor. İnanamıyor bu duruma. Kardeş olarak beraber yetiştiğimiz insanlar nasıl bu kadar canavarlaşa­bilir? Ağabeyinin cevabı “Araya nifak sokarsan in­san insana düşman olabilir.” oluyor.

Kurtuluş Savaşı’nda beraber hareket ettikleri Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Ali Fuat Cebesoy ile beraber okumuşlar. Aralarında birkaç yaş var.


Kâzım Karabekir Altın Maarif Madalyası hak ede­rek okulunu birincilikle bitiriyor ve okulunda kalıp öğretmenlik yapma hakkı tanınıyor. Bir müddet okulunda kalarak tabiye öğretmeni olarak görev yapıyor. Aklı fikri bir an önce kıtasına giderek as­kerlik hayatına başlamakta. Bir an önce kıtasına kavuşma arzusu var. Çünkü Osmanlı’nın en acı günleri başlamış. Balkan Savaşları’nda can kay­bediyoruz, toprak kaybediyoruz. Kâzım Karabekir’i Balkan savaşlarında görüyoruz. Çete savaşlarında Bulgarlarla savaşıyorlar ve Edirne Savunmasında Kâzım Karabekir Şükrü Paşa’nın kurmayı. Edirne düştüğü zaman bir müddet Bulgarlara esir düşü­yor. “Hür öl, esir yaşama!” Esareti bizzat yaşıyor. Bulgarlar kendisini bir otelde misafir etmelerine rağmen adı esaret ve çok büyük acılar yaşıyor. Daha sonra Kâzım Karabekir’i Çanakkale’de görü­yoruz.

Çanakkale’de Kerevizdere’de Fransızlarla çarpışı­yor. Mustafa Kemal Paşa ile Çanakkale’de de be­raberler. Çanakkale’de cephede iken kurban bayra­mı denk geliyor. Onun bir Tebrik mesajı var o çok mühimdir. Hatta Çanakkale’de çadırına düşen bir bomba parçası var, şu an müzemizde bulunuyor. Gençler için çok önemli bir delildir o zamanlarda Çanakkale Cephesi’nde neler yaşandığını görmek için. Yarbay olarak görev yapıyor. Daha sonra Kût’ül-Amâre’de, Irak cephesinde İngilizlerle sava­şırken görüyoruz. Lakin hiç mi hiç mağlubiyeti ol­mamış, o ve askeri hep galip gelmiş düşmanlarına karşı. Kût’ül-Amâre’de albay mevkiinde. Daha son­ra yurdumuzun doğusuna geliyor. Yurdumuzun doğusuna geldiği zaman özellikle çocukluğunda anlattığı Van’a gidiyor. Van’ı görüyor ki yanmış, yakılmış, Ermeniler tarafından perişan edilmiş. Öyle bir harabenin, öyle bir yangının içinde Van’da yüreği acıyor. Kurtardığı yerleri Erzincan, Erzurum, Sarıkamış, Kars ve ötesi diye anlatıyor. Burada da Erzurum’a girdiği zaman gördükleri onu çok müte­essir ediyor. Diyor ki: “Biraz daha geç kalsaydım kurtaracak can bulamazdım. İnsanlar gülerek beni karşılıyorlar. Dişlerini görecek mesafedeyim ama biraz daha yaklaştığım zaman ortada bir gay­rı tabiilik hissettim. Bu insanlar hiç kımıldamıyor­du. Daha da yaklaştığım zaman dehşetle gördüm ki Ermeniler tarafından her biri canlı canlı kazıkları oturtulmuşlar ve çehreleri ıstıraptan kasılmış şe­kilde öylece can vermişler. Allah, benim gözümün gördüklerini dünya üzerinde başka kimseye gös­termesin.” Bizim canlarımız bizim topraklarımızda böyle can vermişler. Çok ıstıraplar yaşanmış. Çok büyük katliamlar yaşanmış.

Kâzım Karabekir yurdumuzun doğusunu kurta­rıyor. Yıllar yılı, o kadar şehit vererek Sarıkamış’ı vatanına tekrar kavuşturuyor. Sarıkamış’ın bir özelliği de şu: Anası babası şehit olmuş evlatla­rı Sarıkamış’ta yetiştiriyor. Sarıkamış’ı bir çocuk kasabası haline getirir. Evlatlarını orada yetiştiri­yor. Kâzım Karabekir doğuyu, Kars’ı, Sarıkamış’ı kurtardıktan sonra daha ötesi diye nitelendirdiği yer Nahcivan’dır. Nahcivan’daki canlarımız da çok ıstırap çekmişler ve hâlâ da ıstırap çekiliyor. Ka­rabağ’da Ermenilerin çektirdiği ıstırap tükenmiş değil. Nahcivan’a gittiğinde orada Hüseyin Cavit Bey diye bir Türk şairi ile çok iyi dost oluyor. Or­duyu teşkilatlandırıyor, okullar açıyor, tiyatro ku­ruyor. Amacı Bakü’ye gitmek fakat Bakü’ye gitme­den Tebriz’de iken “geri dön” emri alıyor. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış. “Ateşkes ne de­mektir?” diye soracak olursanız buna ilkokul ço­cuğu bile “niye soruyorsun? İki devlet arasındaki savaşı durduran bir anlaşmadır.” diyecektir ama Osmanlı için ateşkes gel vatanımızı zapt et olmuş. Padişahın eli kolu bağlı, bir şey yapamaz halde. Egemen olan güçler İngilizler, Fransızlar, İtalyan­lar… Kâzım Karabekir’in kendi satırlarında geçiyor. “Batum’dan geri dönmek üzere gemiye binerken buralarda bulduğum hafif Japon toplarını gemi­nin şaftını yükledim ve Trabzon’a bıraktım.” diye. Bir milli mücadele fikri var ki Anadolu’yu silahlan­dırmaya başlıyorlar. Kâzım Karabekir Reşit Paşa Gemisiyle, deniz yoluyla İstanbul’a girdiği zaman gördüğü manzara yabancı zırhlılar oluyor. Çanak­kale geçilmez diye destan yazmış Türk Askeri’ne rağmen! Ama gelin görün ki uğursuz bir Mondros Ateşkes imzalanmış ve Çanakkale geçilmiş. Hatta çok acı bir hatırasında “Tarabya önlerinde Reşit Paşa Gemisi’nin güvertesindeyim. Bir İngiliz ko­mutan Türk gemisinde Türk askerine emir veriyor: ‘Türk’ün bayrağına indir, yerine İngiliz bayrağı as.’ Hayatımda hiç bu kadar acı çekmemiştim. Fakat o an İstanbul’un yükselen minareleri bana şu ye­mini ettirdi: ‘Tek dağ başı mezar oluncaya kadar çarpışacağım.’ Bu yemini ettikten sonra o yabancı zırhlılar gözünde bostan korkuluğu niteliğindeydi, hiç değeri kalmamıştı.

Kâzım Karabekir İstanbul’a geldiği zaman gör­düğü manzaralar onu çok üzdü. Beyoğlu cadde­lerinde İngiliz askerleri dolaşıyor, küstah bir Fran­sız generali Tophane’den bindiği atıyla İstanbul’u fethetmiş gibi Fatih Sultan Mehmed’i taklit edi­yor. İstanbul caddelerinde, Beyoğlu caddelerinde Türk’ün şerefi, Türk’ün bayrağı yerlerde sürükleni­yor, padişahın eli kolu bağlı durumda, egemen olan yabancı güçler… Yine anılarında geçer: “İstanbul’a gelir gelmez Harbiye Nazırı Abdullah Paşaya çık­tım. Paşam ben size doğuda Ermeni mezalimini içeren vesikalar gönderdim. Niye bastırmadınız?” diyor. “Bunlardan hiç haberim olmadı Kâzım.” ce­vabını alıyor. “Sağda solda buldurttuğum yazıla­rı ve fotoğrafları bir risale olarak bastırdım ama yetmezdi. Fransızca’ya çevrilmeli ki ecnebiler de neyin ne olduğunu bilsin. Ama gel gör ki devletin bütçesinde yeteri kadar para yoktu. Ben temin ettim ve bastırdım. Daha sonra İsmet’in başında bulunduğu bir komisyon o parayı bana ödedi.” Bu vesikalarda bir Rus generalinin utanarak Ermeni mezalimini yazdığı anıları da mevcuttur ve bugün arşivimizdedir. Çok ıstıraplar yaşanmış. Kendi va­tanımızda, vatandaş bildiğimiz kardeş bildiğimiz Ermenilerden çok ıstırap çekmişiz.

RÖPORTAJ: TİMSAL KARABEKİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder