28 Şubat 2017 Salı

RÖPORTAJ: ÂDEM ÖZKÖSE

ŞEHADET BİR ÖLÜM BİÇİMİ DEĞİL! BİR YAŞAM BİÇİMİDİR


- Şehadet hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Şehîdlik bir Müslüman için dünyayı terk edebilecek en anlamlı, en güzel vedadır. Şehîdlik aslında ölümle irtibatlandırılıyor ama bence daha çok yaşamla irtibatlı bir şey. Şehîdlik güzel yaşanmış bir hayatın güzel bir sonudur. O yüzden güzel yaşanmadan hak edilmez. Şehîd olabilmek için öncelikle güzel bir yaşama sahip olmalı insan. O güzel yaşamın karşılığında da Allah-u Teâlâ’nın bir armağanı, bir ikramıdır şehîdlik. Şehîdler Allah tarafından seçilirler. Birçoğunun hayatına baktığımız zaman niçin seçildiklerini çok net bir şekilde görebiliyoruz. Güzel bir şekilde yaşadıkları için, iyi ameller işledikleri için Allah-u Teâlâ onları seçiyor.
Ben çok şehîd tanıdım. Belki yüzü geçmiştir tanıdığım şehîd sayısı. Hepsinin gördüğüm ortak özelliklerinden birisi çok mütevazı olmaları, çevrelerindeki insanlar tarafından sevilmeleri, İslam'ın sünnet gibi birtakım inceliklerine dikkat etmeleri, bir dertleri ve davaları olmasıydı. Bugün insanlar ne yazık ki bir sivil toplum kuruluşuna, bir partiye, bir vakfa girerken; “Buradan ne alabilirim, buradan ne şekilde faydalanabilirim?” diye düşünürler. Ama benim tanıdığım şehîdler “Ben buraya ne katabilirim?” duygu ve düşüncesinde olan ve hayatlarında da bu durumu gösteren kişilerdi. Ayrıca benim gördüğüm şehîdlerin en çok dikkat ettikleri husus namazdı. Namaza çok dikkat ederlerdi. İyi bir şekilde yaşanmadan şehîd olunmuyor.

Bir de unutmamak gerekir ki bir toplumu, bir davayı ayakta tutan şeylerden biri şehîdlerin kanlarıdır. 15 Temmuz’da Ömer Halisdemir’ler, Halil Kantarcı’lar canlarını, kanlarını vermeselerdi eğer toplum çökecekti. O zaman bu topraklarda ne devlet kalacaktı ne de başka bir şey. Onlar fedakârlık yaptılar. 15 Temmuz’un kahramanları oldular. Bu fedakârlıkları da onları ölümsüz yaptı. Ayette diyor: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” Onlar hem Allah hem de insanlar katında diridirler. Eğer ölümsüz olmak istiyorsanız, bir şehîd ölümsüzdür. Çünkü insanların yüreklerinde sürekli yaşıyordur. Diğer taraftan ayetlerden de gördüğümüz üzere Allah katında da diridirler zaten. Şunu unutmamamız lazım: Şehîdleri sadece anma gecesi gibi etkinliklerde hatırlamak doğru değil. Asıl yapılması gereken onların mirasları olan davalarını hatırlamak ve hatırlatmaktır. Şehîdleri salt bir anma programının öznesine dönüştürmeyi çok doğru bulmuyorum. Tabi ki bu anma programları yapılmalı ama asıl mesele şehîdlerin davalarını anlamak. Asıl mesele uğruna can verdikleri hayatı hâkim kılmaktır. Bizim millet olarak, ümmet olarak şehîdlerimiz çok. Zaten bu kadar çok olmasa ne milletimiz ne de ümmetimiz ayakta kalamazdı. 15 Temmuz'da da o insanlar canlarını vermeseydi ayakta kalamayacaktık.

Allah hepimize şehîdlik şuuru versin. Çünkü şehîdlik bir şuurdur her şeyden önce. Zaten o şuurla yaşarsanız şehîd olabiliyorsunuz. “Her kim kalbinden sadık olarak Allah’tan şehîdlik isterse, yatağında ölse bile Allah o kişiyi şehîdler mertebesine eriştirir.” şeklinde bir hadis var. O sebeple şehîdlik bir yaşam tarzıdır. Şehadetin nasıl bir yaşam tarzı olduğunu da şehîdler hayatlarıyla gösteriyorlar. Hepimizin önüne örnek olarak koyuyorlar. Onları takip etmesi de bizlere kalıyor.

- Şehîd Halil Kantarcı ile ilişkiniz nasıldı? Tanışıklığınız nereye dayanıyor?


- Halil ile 28 Şubat sürecinde cezaevinde tanıştık. Eskişehir cezaevinde birlikte kaldığımız günler oldu. 16-17 yaşlarında cezaevine girmişti. Polisler evine gelip şubeye gelmesini istemiş. Daha sonra babası şubeye götürmüş. O gidiş Halil’in 8-9 senesine mâl oldu. O dönemler çok zordu. Başörtüsü yasağı vardı, imam hatipler kapatılıyordu. Bir mücadele verilmişti. Bu mücadele sonucunda kimimize zindana girmek düştü. Cezaevlerinde canlarını veren arkadaşlarımız oldu.

Ben çıktıktan sonra cezaevinde kalmaya devam etti. Halil'le hapisten çıktıktan sonra da görüşmeye devam ettik. Onun mahkûmiyeti bittikten sonra da davaları sürüyordu. Birkaç sefer mahkemesine gitmiştim. Dönem dönem bir araya da geliyorduk. En son Mihrimah Sultan Camisi'ndeki ve Hüdai Camisi'ndeki sabah namazı buluşmalarında bir araya gelmiştik. Aramızda şehîd olmak istediğine dair konuşmalar geçmişti.

15 Temmuz gecesi biz köprüdeydik, onlar da Çengelköy'deydi. Sabahleyin arkadaşlar aradılar “Halil'e ulaşamıyoruz.” diye. Sonra şehîd olduğunu öğrendik. Hastaneye gittim, morga girdim, bedenini gördüm. Tam bir şehîd gibiydi. Sanki her an kalkacakmış gibi bir hali vardı. Onlar bu millet için bir çığır açtılar. İnşaallah kıyamete kadar bu millet var olduğu müddetçe onlar unutulmayacaktır. Ailesi de çok büyük örneklik gösterdi. Eşi ve ağabeyi şehîd ailesine yakışacak bir şekilde durdular. Tabi Halil gibi arkadaşların mücadelesini, fedakârlıklarını bundan sonraki nesillere aktarmak lazım. Bu bağlamda buna vesile olmanız ve bunu dert edinmeniz güzel bir şey. İnşaallah bu artarak ve daha kapsamlı bir şekilde bir devam eder. Çünkü şehîdler bir milletin onurudur. Bir millet şehîdlerine ne kadar sahip çıkarsa geleceğine de o kadar sahip çıkmış olur.

- Siz ümmet coğrafyasını geziyorsunuz. Dünya’nın birçok yerindeki Müslümanlarla görüşüyorsunuz, tanışıyorsunuz. Önder, lider deyince aklınıza kimler geliyor?

- Lider, fedakârlık yapabilen insandır. Bir insanın liderliği, fedakârlığı ile doğru orantılıdır. Bugün farklı bir veçhesi var. Lider dendiği zaman etrafında herkesin hazır ola geçtiği kişi gibi anlaşılıyor. Lider içimizde en çok fedakârlık yapan, en çok takva sahibi olan, en çok koşturan, kendini inandığı davaya en çok veren insandır. İslam dünyası her ne kadar son yüzyılda kaht-ı rical yani adam sıkıntısı çekse de Hasan El Benna, Aliya İzzetbegoviç, Erbakan Hoca, Şeyh Ahmet Yasin, Malcolm X gibi büyük önderler çıkarmıştır. Bu saydığım isimler sadece kendi coğrafyalarına değil ümmete mâl olmuş isimlerdir. Mesela Hasan el-Benna 43 yaşında şehîd edilmiştir. Ama görüyoruz ki onun davası engellenememiştir. Bugün milyonlarca İhvan-ı Müslimin mensubu vardır. Malcolm X şehîd edilmiştir ama hâlen etkisi devam etmektedir. Rahmetli Erbakan Hocanın ektiği tohumlar bugün bu ülkenin yönetiminde. Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere ülkemizin yöneticilerinin önemli bir kısmında Erbakan hocanın emekleri var.

Ümmet bugün gerçekten lider sıkıntısı çekiyor. “Şu an yaşadığımız dönemde İslâm dünyasında ümmete mâl olmuş kaç tane lider var?” desem, aklınıza geleceklerin sayısı 10’u geçmez. Bizim için çok büyük bir engel. “Bir yerde savaş var. Haydi, savaşa gidiyoruz.” dediğimiz zaman yüzlerce, binlerce insan geliyor. Ama ümmet lider çıkaramıyor maalesef. Lider çıkaramadığı zamanda her türlü işgale açık oluyor. İslâm dünyası liderlerle yürüyor. Toplum liderine ayak uyduruyor. Mesela Recep Tayyip Erdoğan gerçek bir liderdir. Çünkü 15 Temmuz gecesi onu destekleyen desteklemeyen herkesi sokaklara döktü. Liderlerle kitleler arasında görünmez bir irtibat oluyor, bir köprü oluyor. O köprü hiçbir sosyolojik, psikolojik terim ile açıklanamıyor.

Eğer kaliteli liderler yetiştirebilseydik durumumuz bu şekilde olmazdı. İslam dünyasında herkes asker olmaya talip ama kimse lider olmaya talip olmuyor. Askerimiz yeterli ama asıl ihtiyacımız olan komutan. Bazen çok askere ihtiyaç duyulur. Bazen de çok komutan ihtiyacı olur. Şu an komutanlara, liderlere ihtiyacımız var. Üstat diyor ya: “Bir genç arıyorum, gençlikte köprübaşı” işte şu an köprübaşı olacak o gençlere ihtiyacımız var. Eğer o gençlerimizi bulup yetiştirebilirsek halimiz şu ankinden çok daha iyi olur.

- Dünyada nerede bir Müslüman yaşıyorsa maalesef orada kan var, zulüm var. Sizce bu lider eksikliğinden mi kaynaklanıyor?

- Bunun tabi birçok sebebi var. Bir kere şunu bilmemiz lazım: İslam dünyası yüz sene önce çökmüş bir dünyadır. Osmanlı'nın tarihten çekilmesiyle birlikte siyasi ve askeri etkisini kaybetmiştir. Siyasi ve askeri birlikteliğini kaybetmesinin yanında düşünsel anlamda da çok zaaflar barındırmaya başlamıştır. Dinamizmini kaybetmiştir. Tüm dünyada birlikler olmasına rağmen İslam dünyasında bir birlik yok. Bizim birliklerimiz daha çok kâğıt üstünde bir dernek gibi. İslam İşbirliği Teşkilatı gibi yapılar var ama bunların hiçbirinin Avrupa Birliği gibi tarihi değiştirebilecek bir niteliği yok ama bir arayış var. Bu anlamda Türkiye, Müslümanlar için büyük bir umut oldu. İslam dünyasının etrafına iktisadi ve siyasi olarak sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Müslümanlar bir kuşatma altındaydı. Yıllardır ‘batı’ işbirlikçisi diktatörler tarafından yönetiliyordu.

Türkiye'nin ekonomik olarak bağımsızlaşması siyasi bağımsızlaşmayı getirdi ve bölgede bir aktör olmaya başladı. Bölgesel aktörlükten küresel aktör olmaya yönelik bir hareketlenme oldu. Bu, İslam dünyasına örnek olmaya, İslam dünyasının önünü açmaya başladı. Bir model oldu. Şu an bu durdurulmaya çalışılıyor. Bizim şu anda yaşadıklarımızı bununla irtibatlandırıyorum. Ülkemize dört bir taraftan saldırıyorlar. Ekonomik bağımsızlığımızı yok etmeye çalışıyorlar. Terör örgütlerini kullanarak bizi savaşa çekmeye çalışıyorlar. Bir irade, bir güç İslam dünyasının kendine gelmemesi için elinden geleni yapıyor. Bu güç Türkiye bu kuşatmayı kırdığı zaman İslam dünyasının da kendine geleceğini tespit etmiş ama mutlaka bu karanlıktan bir güneş doğacak. Bu karanlıktan bir aydınlık mutlaka çıkacak.

Tabi bizim milletimiz davası, derdi olan bir millet. Sevdası olan bir millet. Eğer derdimiz, davamız, sevdamız büyükse; sıkıntımız da büyük olur. Şu anda da bu sıkıntıyı yaşıyoruz. İslam dünyası acılar çekiyor ama teslim olmuyor. Aliya İzzetbegoviç diyor ya: “Biz ölüyoruz ama onlar da kazanmıyorlar.” Mesele iradeyi teslim etmemektir. Zihinsel olarak işgali kabul etmemektir. Bizim Halep gibi Bağdat gibi işgale uğrayan şehirlerimiz tarihte de birçok kez düşmüştür ama Müslümanlar bu şehirleri zihinlerinde düşürmedikleri için bu şehirler tekrar dirilmiştir. Mesele şehirleri zihinde düşürmemektir.

Biz de bu ümmete aitiz. Bir şeye aidiyet, bir fedakârlığı gerektirir. İçinden geçtiğimiz dönemde İslam dünyasının kaderinin ortak olduğunu düşünüyorum. Aslında Şam’ın, Halep'in kaderiyle İstanbul'un kaderi arasında bir fark yok. Hepsinin birbiriyle irtibatı var. Cumhurbaşkanımız diyor ya “Eğer biz El-Bab’da olmazsak, Kilis’te de olamayız Kilis’i de koruyamayız.” Bütün hepsi birbiriyle bağlantılı. Hepimiz bunu dert edinmeliyiz. İslam milletinin tekrar ayağa kalkması, tekrar kendine gelmesi, tekrar bir siyasi ve askeri bir güç olabilmesi için; medeniyetimizin yeniden canlanması için kafa yormalıyız, çalışmalar yapmalıyız ve bunu dert edinmeliyiz.

- Bize, Suriye’ de esir kaldığınız zamanlardan biraz bahsedebilir misiniz?

- Öncelikle benim yaşadıklarım Suriye halkının yaşadıkları ile kıyaslanamaz bile. Bizim durumumuz kamuoyu gündemine geldiği için biraz daha biliniyor. Onun için gündem oluyor. Asıl konuşmamız gereken Suriye halkının yedinci seneye girecek olan bu mücadelesi. Şu an Suriye'de dünyanın ve tarihin en büyük acıları yaşanıyor. Orada, bir halk resmen yok edilmeye çalışılıyor. Biz, Suriye'de yaşananları anlatmak için belgesel çekerken kaçırıldık. Ben iki ay Suriye'de zulüm gördüm, zulme şahit oldum ama bizim iki ayda yaşadığımızı Suriye halkı yedi senedir yaşıyor. Biz Suriye zindanlarından çıktık ama bizim gibi binlerce insan var ve onlar bu zulme yıllardır maruz kalıyor. Hepimiz gördük insanların Halep'ten dramatik bir şekilde çıkarıldığını. Bizim insan olarak, Müslüman olarak vazifemiz; biraz da olsa başkalarının acılarını hissetmektir. Başkalarının acılarını hissedemiyorsak, başkalarının acılarını paylaşamıyorsak ne insanlığımız insanlıktır, ne de Müslümanlığımız tam olarak Müslümanlıktır. Müslüman olmak paylaşmaktır. Suriyeliler orada üşürken biz burada rahat yataklarımız da yatıyorsak bir sıkıntı var demektir. İnsanlar orada ekmek bulamazken bizim burada yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda rahatça yaşıyorsak hem insanlığımızda hem de Müslümanlığımızda bir sıkıntı var demektir. Unutmayalım ki Suriye'de yaşananların aynısını bizim memleketimizde de yapmak istiyorlar. Bizim memleketimizi de Suriye'ye çevirmek istiyorlar. Halep’e bakarak Adana'nın, Konya'nın, İstanbul'un ne hale getirilmek istendiğini görebiliriz.

Şu çok önemli: Bizim halkımız üç milyondan fazla Suriyeliyi misafir ediyor. Zaten 15 Temmuz'da da şu Hadis-i Şerif’e şahit olduk: “Yer halkına merhamet edin ki, gök halkı da size merhamet etsin.” Bu millet topraklarından çıkarılan, muhacir duruma düşen, bombalardan ve zulümden kaçan insanlara merhamet etti; 15 Temmuz gecesi Allah da bize merhamet etti. Biz Suriye'de direnen son insan kalana kadar Suriye halkının mücadelesini desteklemeye devam edeceğiz inşaallah.

- Peki, son olarak ümmetin gençlerine tavsiyeleriniz nelerdir?

- Namaz çok önemli. Namazlarımıza çok dikkat etmemiz lazım.

→ Birinci olarak mutlaka iyi okumak gerekiyor. Günde en az yetmiş sayfa kitap okumayan bir arkadaş çok iddialı cümleler kurmasın. İnsan okudukça ne kadar cahil olduğunu fark ediyor. Okumak çok önemli. Farklı düşüncelere, farklı ideolojilere açık olmamız lazım. Bir düşünce dinamizmine sahip olmamız lazım. Salt okumak yetmez! Yaşamak da lazım. Okumalarda üç şey çok önemli.

1. Kur'an-ı Kerim, Hadis-i Şerif, ilmihal gibi İslam’ı doğru bir şekilde öğrenebileceğimiz okumalar yapmamız lazım.

2. Bize siyasi bir perspektif kazandıracak tarih, siyaset, coğrafya okuması yapmamız lazım. Bize medeniyet bilinci kazandıracak, yaşadığımız dünyayı daha iyi anlamamızı sağlayacak tarzda bir okuma olmalı. Bu okuma hem kendi klasik eserlerinizi hem de batıya ait klasik eserleri içermeli.

3. Kendi alanlarımızla ilgili okumalar yapmamız lazım. Örneğin bir eğitimci, eğitim alanıyla ilgili okuma yapmalı. Ayrıca bir insan bir alanda 30-35 kitap okuduğu zaman o konuyla alakalı az çok söz söyleyebilecek duruma gelir. Bu okuma onun için bir girizgâh olur.

→ Bir derdimiz olmalı. Misyonumuzu keşfetmeliyiz. “Ben bu dünyada ne için varım?” sorusuna cevap bulmalıyız. Kendimize bir misyon belirlemeli ve bu misyonu yerine getirmek için çabalamalıyız.

→ Mücadele etmemiz çok önemli. Birçok insan teoride, kitaplarda bulamadığını aksiyon içinde, mücadele içinde öğrenir. Okuyup fildişi kulelere çıkmak yok. Hayatın içinde olmalıyız, aktif ve dinamik olmalıyız, mücadele etmeliyiz, yanlışlara karşı gelmeliyiz, mazlumun safında yer almalıyız. Belki insan dünyayı değiştiremez. İstenirse o da olur ama insan mutlaka bir saf tutmalı.

→ Bir de ben kitap ve sohbet halkalarını çok önemsiyorum. İstikrarlı bir şekilde okumak çok önemli. Bu din ferdî olarak yaşanabilecek bir din değil! Vakıflara, derneklere, gençlik merkezlerine gitmek lazım. Bu kurumların insana vereceği çok şeyler var. Bu kurumların özellikle genç nesle çok faydası var.

- Bize vakit ayırıp bu söyleşiyi yaptığınız için teşekkür ederiz. Allah razı olsun.


- Allah sizden de razı olsun, çalışmalarınızı bereketlendirsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder