Üstad Necip Fazıl merhumu rahmetle anmanın vaktidir şimdi.
''Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür
Sana çöl gibi gelen O göldür diyorsa göldür!''
Kutsal emanet odasının temizliği sırasında kalkan tozları kir olarak görmeyip, onları özel bir yerde toplayan, o tozları temizleyen süpürgeleri bugün elimize kalacak şekilde hürmetle saklayan ecdad gibi sevmek... Ömrü boyunca Peygamberimizin ayak izini sorgucunda taç yapıp taşıyan Sultan Ahmed gibi sevmek... Efendimizin (s.a.v) hasretine dayanamayıp içini çeke çeke, inleye inleye ağlayan kütük gibi sevmek... Yanmayı gönülden isteyen ve bu dünyadan yanarak göçen Peygamber âşığı Yaman Dede gibi sevmek...
Sultan Ahmed, Sultan Kayıtbay Camii'nde bulunan Peygamberimizin ayak izini alıp, Sultan Ahmet Camii'ne getirir. Ve bir gece rüyasında bütün hükümdarların Efendimizin karşısında edeple oturduğunu, Sultan Kayıtbay'ın kalkıp Efendimizin huzuruna geldiğini ve ''Sultan Ahmed Han'dan davacıyım Ya Resulallah. Benim Camii'mden sizin mübarek kadem-i şerifinizi aldı getirdi, izinsiz kendi Camii'ne koydu.'' dediğini, bunun üzerine Efendimizin ''Derhâl o kadem-i şerif yerine konulsun.'' diye buyurduğunu gördü. Kan ter içinde uyunan Sultan Ahmed, Üsküdar'da bulunan Aziz Mahmud Hüdayi Hz.'lerine koştu. Rüyasını anlattı. Mürşidi bunun üzerine: ''Ne diyebilirim? Rüya açık, tabiri açık, emir kesin. Derhâl yerine getirilsin Sultanım.'' dedi ve Sultan Ahmed o sözü dinledi ama mübarek kadem-i şerifin bir resmini çizdi, içine ise şunları yazdı ve ömrü boyunca sorgucunda taşıdı:
''N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i pâkini ol hazret-i şâh-ı rusülün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün...''
Efendimiz, ashaba toplu olarak bir şey söyleyeceği zaman bir kuru hurma kütüğüne sırtını dayayıp o şekilde hitabette bulunurlarmış. Sonra cemaat çoğalıp, arkada kalanlar Efendimizi göremez hâle gelince, bu şikâyet Efendimize arz edilmiş. Bunun üzerine üç basamaklı bugünkü minber diyebileceğimiz bir merdiven yapılmış. Efendimiz hutbeye o merdivenle çıkınca ortalığı bir hıçkırık sesi almış. Hıçkırık sesini herkes duymuş ama kimse nereden geldiğini anlayamamış. Efendimiz merdivenden inip, daha evvel sırtını dayadığı hurma kütüğünün yanına gitmiş, O'na sarılmış, O'nu okşamış ve O'na: ''Ağlama. Niye ağlıyorsun?'' demiş. Kütük: ''Şimdiye kadar sırtınızı bana dayıyordunuz. Şimdi oraya gittiniz. Sizden ayrı kaldım. Ona ağlıyorum.'' diye cevap vermiş. Bunun üzerine Efendimiz: ''Bu muhabbetine karşılık, şimdi Rabbime duâ edeyim. Seni tekrar meyve veren ağaç hâline mi getirsin yoksa seni burada muhafaza edelim ama ahirette benimle beraber ol. Hangisini istersin?'' buyurmuş. Kütük: ''Ahirette sizinle olmayı isterim Ya Resulallah.'' demiş ve Efendimiz minberin altına çukur kazdırıp, kütüğü oraya gömdürmüş...
Yaman Dede... Hep yanmaktan bahseder: ''Cemâlinle ferahnâk et ki yandım ya Resulallah.'' der bazen. Bazen ''Yanan kalbe devâsın sen...'' diye seslenir. Bazen ''Ağlatma da yak, hâl-i perîşânıma bakma!'' der. Serdar Tuncer’den duymuş idim. Son nefesini verirken doktorlar ateşini düşürememiş ve o yüksek ateşten sebep vefat etmiş. O kadar samimi, o kadar gönülden, o kadar kalpten istemiş ki ''Yak!'' demeyi, Cenâb-ı Hak manen yakmış, nasıl yaktığını biz ifade edemeyiz belki... Zahiren de yakmış, yanarak gitmiş... İşte böyle bir Peygamber âşığının Efendimiz (a.s.v)'a niyâzıdır: ''Cemâlinle ferahnâk et ki yandım ya Resulallah...''
Fanilere verilen bu muhabbet muhakkak ki Bâkî olan Rabbimizin rahmetinden bir zerredir... ''Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.'' Bu ne demek? Gülün kokusu, bebeklerin yüzündeki tebessüm, masmavi gökyüzü, bülbülün sesi, insanın kalbi, denizdeki dalgaların kayalıklara vurduğu vakit çıkardığı o güzel ses, aklınıza ne geliyorsa yaratılmış manasına, her şey O rahmetten istifade etmekte. O rahmetten istifadesi kadar güzelleşiyor her şey. Var olmaya devam ediyor. Ve hatta ''Levlâke levlâk lemma halaktü'l eflâk...'' Sen olmayaydın âlemleri yaratmazdım. Her şey O'nunla var, O'nun için var, O'nun hatırına var. Ramazan da O'nun hatırına var. Ramazanda oruç tutan mümin de O'nun hatırına var. İftarın sevinci de O var diye var. Bir bardak çay da O var diye var. O var olmasaydı bütün varlar yok oluverecekti. Akif'in şu dizeleri yokluyor kalbimi:
''Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret..."
Âmin...
DENEME: FATMANUR ÖZTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder