ARNAVUT KALDIRIMINDAKİ EKSİK TAŞ
Çocukluktan kalma alışkanlıklarımız vardı bizim. Mesela kaldırımın taşları arasındaki çizgilere basmamak için uğraşırdık. Saklambaç oynarken kazanma ümidiyle, yakalayacak kişinin hemen arkasında beklerdik. O kadar saftı işte uyanıklığımız. Dışarıda bütün gün oynar ve tozlu, topraklı ellerimizi yıkayıp annemizin hazırladığı ekmeği olabildiğince hızlı yerdik. Her şey daha ucuz ama dostluk bir o kadar paha biçilmezdi. Eşyalar pahalılaştıkça insanlar ucuzladı. Ama biz bunlardan uzakta, alınan meyve sularını damlası damlasına eşit paylaştırmaya çalışırdık bardaklarımıza. Ve o anlatılmaz yaz akşamları. Mahallemizin ilkokulunda - özellikle Ramazan ayında - yapılan açık hava sinemasını babamızın eve gelişini bekler gibi beklerdik. Yenilen çekirdeklerin haddi hesabı tutulmaz, kimde ne varsa ortaya koyardı. İnanın çekirdekler eskiden daha tuzluydu ama biz onları tatlı tatlı yerdik.
Sokağımıza yeni taşınan birini görsek tebessümümüzle ona yıllar yılı yaşanmışlık verirdik. Ve biz kapıdan çıkınca arkaya bakmazdık, ailemizin aklı bizde kalmazdı. Bir şey olursa komşular sahip çıkardı. Sevdiğim bir davranış da mahallemizde '' Senin çocuğun, benim çocuğum '' kavramına yer yoktu. Kim haksız ise ufak cezalara tabi tutulur, haklıya hakkı verilirdi. Diyorum ya bizim çocukluğumuz pek güzeldi. Biz telefondan, tabletten ya da büyüklerin konuşmalarından anlamazdık ama çocukluk üzerinde iyice olgunlaştık. Velhasıl-ı kelam yeni neslin çokbilmişliğine bakmayın, üzülerek söylüyorum ki teknolojik açıdan sözüm ona ileri seviyede olsalar da çocukluk çağının ilelebet çırağı kalacak ve dönemi tamamlayamadıkları için - özün bilgisi eksikliğinden - arada kalmışlığın esiri olacaklar. Eksikliklere hapsolmuş bir nesil yetişiyor, buyurun sevinin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder